Asimo Mona Lisa’yı Öldürdü Mü?
Vedat Hazen Günümüzde sanat ve sanat felsefesi tartışmalarının bir boyutu da, sanatın var oluşu ya da tükenişi üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Kimilerine göre sanat, işlevini yerine getirmiş, teknolojinin yaşamın her alanında kullanımının yoğunlaşması ile beraber ölmüş ya da ebediyete taşınmıştır. Kimilerine göre ise, sanat işlevini yitirmemiş, ağır darbeler almasına rağmen yaşamını -kabuk değiştirerek de olsa- devam ettirmektedir. Tüm bu tartışmalardaki ortak nokta, teknolojinin sanata önemli ölçüde zarar verdiğidir. Gerçekten de teknoloji sanata zarar vermiş midir? Eğer böyle bir zarar verdi ise, bu nasıl gerçekleşmiştir? Teknoloji ile sanat arasında nasıl bir ilişki vardır?Tüm bu sorulara cevap verebilmemiz için, öncelikle sanata, ne ve nasıl olduğu sorularını sormamız, bu sorulara yanıt aramamız gerekmektedir. Dilimizde kullandığımız sanat sözcüğü, Arapça sun sözcüğünden türemiştir.Araplar, ilkin bu deyimi, insansal gereksinmeleri karşılamak için yapılan veiş anlamına gelen sınaat (çoğulu sanayi) sözcüğü ile gündeme getirmişlerdir.Dilimizde, özdeksel gereksinmeleri karşılamak için el uzluğu ile yapılan iş anlamında kullanılan zanaat deyiminin, kaynağı da budur. Aslında sanat ve zanaat arasındaki bu önemli ayrımın üzerinde yoğunlaşmamızgerekecektir. Günümüz Avrupa kültürünün kökeni olarak gösterilen EskiYunan’da, sanat sözcüğü yerine, bugün teknik sözcüğüyle dile getirilen ve bir iş ortaya koyan davranış anlamına ulaşan tekhne sözcüğü kullanılmıştır.Sanat kavramının Arapça ya da Yunanca kökenlerine baktığımızda,tanımlardaki ortak noktanın, yapılan iş olarak nitelendirildiğini görüyoruz.Ancak bu tanılamanın, bazı karışıklıklara yol açtığı da apaçık ortada. EskiYunan’da tekhne kavramı, hem duvar, hem de heykel yapan kişi için kullanılmıştır.Bu iki iş arasında, en azından adlandırmada bir ayrım yapılmamış olduğu böylece ortaya çıkmış oluyor. Yani heykeltıraşın duvarcı, duvarcını heykeltıraş olduğu kabulü söz konusu. Bu ayrımın yapılamamış olması, tekhne ve sanat sözcükleri arasında bir bütünlük kurulmasına nedenolmuştur. Ayrıca böyle bir ayrımın yapılamamış olmasının ortaya koyduğubir başka boyutu ise biçim, öz ve değer kavramlarının tanımlanamamış olmasında buluyoruz. İlkin Platon ile birlikte başlayan ayrıştırma, Aristoteles ile beraber bilimsel bir kategorize etme ve sınıflandırma çalışması ile netlik kazanmıştır. Felsefe tarihi içerisinde de ilk söylemler, Platon’un güzellik felsefesi ile karşımıza çıkmaktadır. Etkisini günümüzde dahi sürdüren Platon’cu anlayış, tekhne ve sanat sözcüklerinin taşıdığı kavramsal boyutlar arasındaki ilişkiyi zoraki olarak yakınlaştırmıştır. Platon için, içinde bulunduğumuz nesneler dünyası, idealar dünyasının bir gölgesinden, taklidinden ibarettir. Dolayısı ile konusu, nesneler dünyası olan sanat, mimetik bir hareket olup, taklidin taklit edilmesinden başka bir şey değildir. Platon için sanat epistemik bir meseledir.Sanat, gerçekle değil, görünenle ilgilenir. Bu da onu güvenilmez kılar. Aynen tekhne adı altında buluşan marangoz, duvarcı, demirci vb. gibi. Onlar da idealar dünyasının kopyası ile uğraşırlar, belki de bu nedenle, aralarındaki ayrıma yönelik bir çaba içine girmek de, Platon için yersizdir. Buna karşın; Aristoteles de sanatı bir mimesis olarak tanımlamış, anca Platon’dan farklı olarak, nesneler dünyası ve idealar dünyası ayrımı yapmamıştır. Yani sanat, nesneler dünyasını konu edinirken, gerçeğin kendisinitaklit etmiştir. Bu bakış açısı, sanat ve tekhne arasındaki bir ayrımın temellerini de ortaya koyar. Aristoteles bu ayrımın temellerini mimemis anlayışı ile değil…
Daha Fazla