Evrim Sekmen: Uzun süredir sanat hayatında olan ve düzenli sergiler açan bir sanatçı olarak resim yolculuğunuz için içsel bir edimle hareket ediyor diyebilir miyiz?

Semra Göney: İçsel olduğunu düşünüyorum. İlkokul hocamla başlayan ve lisede devam eden bir süreçti. Okuldan eve geldiğimde rahatlamak için resim yapardım. Şimdi bakıyorum soyuta yakın işlerin peşinden koşmuşum. Hocam fayansa bir resim seçin dediğinde Matisse’in soyutlamacı mavi nü kadın silüetini seçmiştim. O yüzden bu yolculuğun içten olduğuna inanıyorum.

E.S: İlk bakışta kolay iletişim kurulamayan soyut resmin sizi zorlayan yanları oldu mu?

S.G: Zorlu evet yapmadan önce ve devamlı yapmaya başladığınız zaman aslında onun ne kadar zorlayıcı olduğunu görüyorsunuz.

E.S: Soyut resme isim koyma konusunda ne düşünüyorsunuz?

S.G: Seyirciyi yönlendirmek istemediğim için isim koymadım.

E.S: Tarih öncesinden ilk sanat örnekleri mağara resimleri, bir ideoloji olmadan yapılan resimler ve çiziktirmelerdi. Dinsel bir itkinin yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Semra Göney’in resimleri yaparken bu tür bir tutunma noktası bir inanma noktası var mıdır?

S.G: Bir ruhsallık tinsellik arayışı var. Baktığın zaman bir his geliyorsa zaten o bitti gibi geliyor. Hiçbir zamanda bitmiyor benim için. Resme başlarken ön hazırlıkla veya transa geçmek gibi bir durumla başlamıyorum. İnsanın dinlerinin olduğuna inanıyorum. O yüzden her gün atölyede olmak, o işin başında olmak çok önemli. Her gün değilse bile bazı günler çok güzel işlerin çıktığını düşünüyorum. Bazen de hiçbir şey çıkmıyor. Söylediğiniz, belki de  mağaraya girmekle bağlanabilir. Sanatçı mağarasına girecek. Babam bir şey söylerdi. İş yeri olarak söylerdi. İş yeri mabediniz olsun. Atölyede mabediniz olmalı.

E.S: 80’lerden beri sanat hayatının içinde bir ressam olarak Türkiye’deki sanat ortamını nasıl buluyorsunuz?

Sanata olan ilginin artmadığını giderek azaldığını düşünüyorum. Çevreme baktığımda eskiden sanata daha fazla ilgi olduğunu görüyorum. Gençlerde sanata olan ilginin azlığı dikkatimi çekiyor. İnternetin elinin altında olmasıyla ilgisi olabilir.

E.S: Tepegöz makinalarla duvara yansıtarak resim yapma bizde de dünyada da çoğaldı. Buna nasıl bakıyorsunuz? Asistan kullananları bile var.

S.G: Bunu uçucu buluyorum. Bir süre sonra bu patlamada patlayacak.

E.S: Soyut yaklaşım aslında daha içerik anlamda tin boyutunu taşıdığı için geçici bir iş değil diğer türlü usta ve zanaat ilişkisi yönünden titiz inşaa var ama tekniğe hapsolmuşluk da var. Sizin tekniğe bakışınız nasıldır?

S.G: El alışkanlığının bazı şeyleri bütün resimlere koymak istemek gibi bir alışkanlık yaratıyor. Buna elin manipülasyonu diyebilirim.

E.S: Soyuta eğilimli bir sanatçı olarak geçmiş köklerinizden yararlanan bir sanatçı diyebilir miyiz? Geçmişle böyle bir bağlantınız olabilir mi?

S.G:  İnsanın birikimleri var insanın bünyesinden yansıyordur yaptığı işe. Görsel Birikimlerimiz var. Üzüldüğüm şey ben soyutla ilgili olarak insanlar bir şey anlamadıklarını söylüyorlar. İnsanın kendisini zorlaması gerekiyor. Görme alışkanlıklarından kaynaklanıyor bence. Enstrümantal parça gibi düşünüyorum nasıl sözsüz müziği seviyoruz anlamasak ta aslında müizikten resme resimden heykele giderek müzikten heykele bağlantı kuruldu. Müzik üst bir dil.  Örneğin Amorkfonlar serimde seyirci istediği gibi oynuyor. Hem izleyici hem sanatçı oynuyor. O güzel bir buluş olmuştu o resimlerde.

Bir de sanatçı bulur sanatçı bulacağım diye yola çıkmaz. Aslında önemli konulardan biri sanatın anten inancını yitirmiş olmasıdır. İçimi temiz tutayım diyip  maddi unsurlardan sıyrılıp manevi unsurların peşinden gitmesidir.

E.S: Resimlerinizde akademik bir yan bir disiplin hissediliyor.

Bitmeyen bir akademik terbiyenin olmadığı gözükse de o terbiyenin arkada devam ettiğini akademik bir eğitim almadığım halde ben de görüyorum. Mehmet Güleryüz le 45 sene çalıştım. Karşı olsam da akademik doğrular aranıyor. Kafamdaki yerli yerindelik orada mı aslında onu görmeye çalışıyorum.- senkronize olmaktan bahsediyorum. Sanatçının yapıtıyla senkronize olması.Bazen çok beğenilen bir şeyi bozabiliyorum. Bu bir tür hiççilik gibi geliyor. Gözle kendi sağlamasını yapıyorum. Tamamen öznelliğimi açımlamak için yapıyorum.

E.S: Farklı üsluplar deniyorsunuz. Bu konudaki görüşleriniz nedir?

S.G: Üslup zaman zaman eski resimlere dönünce onlardan topladığım bir şeyler oluyor. Farklı farlı üslüplar oluşuyor.

Resimlerde asıl olarak boşluk ve doluluk fikri baskın rol oynuyor. Nesil olarak farklı bir nesildik. Terbiye kuralları geçerliydi.  Resimlerdeki dışavurumcu yan bu disiplinli bir ortamın varlığından kendine çıkış bulabilir. Bugün ise resimlerimdeki arayış çevresel durumdan fazlasıyla etkileniyor.

E.S: Sanatınızda doğanın rolünü bugünkü gözlemlere ve arayışlara bağlayabilir miyiz?

S.G: Yoğun kentsel dönüşüm beni böyle düşünmeye itti.. Doğa bir arayış alanı gibi. O manevi alanı doğada arıyorum. Mahallem yok oluyor çocukluğum yok oluyor. Doğayla sanat arasında yoğun bir ilişki var.