
Devrilseler bile düşmeyenler…
Rakamsal ifadelerin oldukça fazla yer aldığı bir coğrafyada var olmak hayli iyi bir bellek gerektiriyor. Hele ki hem geçmişte hem günümüzde yaşananların rakamsal ifadelerini, sahne sanatlarından olan tiyatro ile anılması, var olduğumuz iklimde sanata ve kültüre bakış açılarını da hepimize hissettiriyor. Zira tiyatro performansını sunmak öyle kolay değil, çünkü size sahne de, salon da yok! Freedom House tarafından yayınlanan özgürlük endeksinin 2018 verileri uluslararası sınıflandırmada ilk kez “yarı-özgür” ülke statüsünden “özgür olmayan” ülke statüsüne düşürüldüğümüzü, 209 ülke ve bölge kapsamında 153. sırada olduğumuzu raporladı(1). Zaman, sayım, rakamlar çok çıkıyor karşımıza bu dönemin içinde. 2018 senesindeki 440 veya başka bir örnekle 2018 senesinde 1923 rakamları sadece birer sayısal ifade değil. Geride bıraktığımız yıldan biri kadınları, diğeri işçileri ifade ediyor. İstatistiğe birçok farklı konu ve konularda devam etmek zor olmasa gerek, biraz göz, biraz kulak, biraz bellek sahibiysek.
24 Saatlik Sayım isimli bir tablonun varlığına ilk kez Aslı Erdoğan’ın kaleminden çıkan, basımı 2006 yılında gerçekleştirilen deneme yazılarının bulunduğu Bir Delinin Güncesi kitabındaki “Düşenler, Düşmeyenler” isimli yazısında tanık oldum. Ressamının bir mahkûm olduğunu o satırlarda öğreniyoruz. Kısa biyografisinden bir bölümünü internet çeviri programı ile toparlamaya çalıştım. Daha da katkı sağlanabilirdi elbette, önemli bölümleri ve çevirinin Türkçe anlamını bozmayan cümlelerini almaya özen göstererek paylaşıyorum.
Wincenty Gawron (1908-1991), 28 Ocak 1908’de Stara Wieś’de doğdu ve 25 Ağustos 1991’de Nowy Sącz’de öldü. Varşovalı bir isyancı ve sosyal aktivisttir. Limanowa’daki devlet okulundan mezun oldu. Daha sonra Lviv’deki Devlet Dekoratif Sanatlar Okulu’nda ve ardından Krakow’daki Dekoratif Sanatlar ve Sanat Endüstrisi Devlet Okulu’nda eğitimine devam etti. 1935’ten itibaren Varşova’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nde grafik okudu. Orada, Stanisław Ostoja Chrostowski de dahil olmak üzere ünlü profesörlerin yönetiminde grafikler çalışarak sanatsal yeteneğini geliştirdi. Varşova’da Halk Sanatını Koruma Derneği’ne katıldı. 1939 sonbaharında II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonra Polonya direniş hareketine katıldı. 1941’de Auschwitz toplama kampına sürüldüğü Tarnów’daki hapishaneye nakledildi. Kampta, portreler, desenler çizdi ve Auschwitz’in idaresinin isteği üzerine çeşitli nesneler tasarladı. Kamp döneminden edinilen deneyimler, Wincent Gawron’un resimlerinde, grafiklerinde ve çizimlerinde ifade buldu. Kampta kaldığı süre boyunca ve savaştan sonra yaratılan bu eserlerin birçoğu Auschwitz-Birken Devlet Müzesi’ne devredildi(2).
İdarenin isteğine göre toplama kampının barakalarına gül desenleri çizdiğini yazının satır aralarında görüyoruz. Bir an olsun o atmosferi hissetmeye çalışırken, 24 Saatlik Sayım tablosunu merak edip aramalar sonucu görselini bulduğumda daha ilk anda tablodaki sert rüzgârın şiddetine maruz kalmamak imkânsız. İçerisinde bulunulan durumun acımasızlığı veya nasıl kategori edersiniz bilemem, fakat günleri gül desenleri çizerek, yarın bir daha göremeyeceğin insan çizimlerini yaparak, bir ertesi günün neler getireceğini bilemeden tablolar çizerek, her gün devrilseler bile düşmeyenlerden olmak için direnerek yaşamak. Mevsimin sürekli gri olduğu zamanlar dönemi. Kül kokusuna, isine, dumanına gül ile tutunmak. Çizerken dikenlerin tene batışını, açılan yaraların üzerine yeniden batışını hissetmek her gün. Okuduğum satırlardan etkilendiğimi de, bu satırları ifade etme nedeni olan yazıyı geçmişte ıskalasam da, karşılaşmanın beni yönlendirdiğini belirtmeliyim bu vesile ile.
Şimdi idarenin isteğine göre kültür ve sanat, sanatın isteğine göre idare. Barakalara gül deseni çizip resmedenler belki çağımızda bu denli olmasa da, tablonun isminde olduğu gibi sayım devam ediyor bu zaman diliminde de farklı boyutlarda. Bol söyleşiler vermek dergilere, gazetelere. “Yabanın zenginine methiyeler yazmak…” Aynı gemi kelamına tempo tutmak. Patinaj yapmaktan öteye gidemeyen bir vasat anlayışın hükmünü izliyoruz hep beraber. Gemiyi bilemem ama her gün aynı zaman diliminde çoğumuzun aynı toplu taşıma araçlarında olduğunu söyleyebilirim. Bir sabah bir akşam bu yollarda yitip gidiyor yaşam. Sanat ve kültür kavramlarına her gün başka tuhaflıklar yaşatılıyor. Hem var olana, hem göçüp gidene söylemler çirkinlikten ötede. İzlekler dergisinin Kasım-Aralık 3. sayısındaki söyleşilerinde edebiyat, sanat, felsefe ve bilim dörtlüsünün birbirleriyle bağlantısını irdelemişti Özkan Eroğlu ve Niyazi Kahveci. Buradan yola çıkarak felsefenin edebiyat ve sanattan malzeme alabilmeli ki felsefesini yapabilsin yorumlarını okumuştuk. Koşullar çetin olmakla beraber, bu ilk ikisinin en başta daha demokratik koşullarda oluşabilmesi zeminini yaratmak gerekmekte. Gezegendeki tüm iktidarlar sanat ve kültür oluşumlarıyla ters düşebilir, fakat bizdeki boyutlara varabilirler mi bilemem. Popüler kültürün cilalanıp yeniden genel kitleye; topluma sunumu, devşirilmesi, bu sebeple varlıklarının devamlılığını sağlar kuşkusuz. Mutluluğumuzun %10 gerilediği yapılan araştırmalarda ortaya çıksa da edebiyat, sanat, kültür, felsefe, bilim tutuklanabilir mi? Başta değindiğimizi yinelersek aynı gemi mi bilemem ama kalabalık taşıma aracının buğulanan camlarının zar gibi ince tabakasını silip dışarı bakmak, sisli, puslu olsa da sokağı görmek hiç zor değil. Umutla, tutunmayla, yeni yılda devrilmeden kalmak dileğiyle.
Son olarak yazarın yazısından bir pasaj alıntısı ile bitirelim. “Devrilseler bile düşmeyenler… Yaşamın fazlasıyla acımasız kesildiği, kimsenin gözünün yaşına bakmayan bir iktidar oyunu gibi göründüğü zamanlarda bu resme sığınabiliriz…”(*)
Notlar
(1)https://freedomhouse.org/report/freedom-world/freedom-world-2018
https://teyit.org/turkiyenin-2018de-yari-ozgur-ulke-statusunden-ozgur-olmayan-ulke-statusune-geriledigi-iddiasi/
(2)https://limanowianin.in/2018/12/25/wincenty-gawron-znany-czy-nieznany-syn-ziemi-limanowskiej-zaproszenie-na-wyklad/
- Aslı Erdoğan, Bir Delinin Güncesi / Düşenler, Düşmeyenler , s. 99.