Hans Hofmann

Yaşamı ve Sanatı-Özkan Eroğlu Münih ve Paris Yılları      Hans Hofmann’ın doğumu ve sonrasındaki çocukluk ve gençlik yıllarında oluşan hayal dünyasının şekillenmesinde, Bavyera bölgesinde büyümesi ve özellikle büyükanne ve büyükbabasından gördüğü yakın ilgi, bu erken yıllarını onların yanında geçirerek yaşamını sürdürmesi, biyografisinde önemli bir yer tutmaktadır. Hofmann’ın yaşamına dair bu ilk bilgiler Bultman’dan alınabiliyor: Hofmann, 1880’de Almanya’da Weissenburg’da doğmuş tur. Ailesi, altı yaşındayken, babasının hükümette yönetici olması üzerine Münih’e taşınmıştır. Hofmann, Bavyera’da büyükanne ve büyükbabasının çiftliğini ziyarete gittikçe sık sık resim yapmıştır. Müziğe olan kökten ilgisi, Hofmann’ın Kandinsky’e yaklaşmasını sağlamış ve onu Kandinsky’nin ileri sürdüğü “Stimmung” (Derin Hislenme) kavramına götürmüştür. Sanatçı, ayrıca müzik öğrenimi görmüş; keman, piyano ve org çalmada ustalaşmıştır.3 Hofmann, erken denecek bir yaşta- on altı yaşında- büyük cesaret göstererek bir mühendislik firmasında sorumluluk almıştır. Bu sorumlulukla beraber, özellikle mekanik konularda dikkati çeken bazı buluşlarda bulunmuştur. Ailesinin de bu yönünü desteklediği görülmektedir. Fakat Hofmann, gene de içindeki sanat aşkına engel olamamıştır. Yaratıcı boyutun ressamda küçük yaşlarda var olduğunu gösteren bu önemli kanıt, bilim ve sanat gibi düşünsel iki alanının, onda nasıl birleştiğinin iyi bir göstergesidir. Bu konuda Bultman’dan şunları öğreniyoruz: Hofmann, onaltı yaşındayken evden ayrılmış ve Bavyera Eyaleti Kamu İdaresi Başkanlığı’nda bulduğu, mühendislik ve inşaat projeleri alan bir iş’te çalışmaya başlamıştır. Sanatçının burada edindiği deneyim, mekanik konularda teknik bilgisini geliştirmesine yardım etmiş, bu süreçte aralarında bir tür hesap makinesi, elektronik bir kaç aletin de bulunduğu bazı buluşlar gerçekleştirmesini sağlamıştır. Oğlunun bilimle uğraşmasını isteyen babası, aralarındaki ilişkinin pek de iyi olmamasına rağmen, başarılı buluşlarından dolayı Hofmann’a hediye olarak bin Mark vermiş, o da bu parayı Moritz Heymann’ın sanat okuluna yazılmak için kullanmıştır. Hofmann, İlkçağın önemli filozofu Aristoteles’in görüşlerinden çok etkilenmiştir. Ona ilk temel bilgileri veren eğitmenleri, bu görüşleri kazanmasında önemli rol üstlenmiştir. Böylece Hofmann, felsefe sahibi olamayan bir sanatçının derinlemesine bir şey yapmasının olanaksız olacağının kanıtlarından biri haline gelmiştir.  Geleneksel olguları kavrayan Hofmann, modern sanatla ilgili olarak, ilk izlenimcilik akımıyla tanışmıştır. Münih’in sanat ortamından da katkılar elde etmiştir. Bu konuda Marks’tan şunlar öğreniliyor: Yaşamında onu çelişkiler bütünü olarak gören hayat arkadaşıyla da bu sırada tanışarak, en büyük manevi destekçisini elde etmiştir. Hofmann’ın daha sonra öğrencilerine de söylediği üzere, kendisi “Aristoteles Mantığı’na dayalı, bir bilim adamı olarak yetiştirilmiştir.” Ona temel bilgileri öğreten hocaları ise, sürekli gele neksel yaklaşımlar içinde bulunmuştur. 1898’de, onu izlenimcilikle tanıştıran Willi Schwartz ile karşılaşmıştır. Hofmann, yüzyılın sonunda Münih’te yaygın olarak görülen Secessionist (Ayrılıkçı) akımından etkilenmiştir. 1900’de gelecekte evlenmeyi düşündüğü ve ertesi yıl portresini de yaptığı Maria (Miz) Wolfegg ile karşılaşmıştır. Sanatın hemen her döneminde önemli olan sanat koruyuculuğu konusunda da oldukça şanslı olarak görülebilecek Hofmann, Berlinli bir tüccarın desteğini alarak yoluna devam etmiştir. Bu destek, özellikle 20. yüzyılın başında önemli bir sanat merkezi olan Paris’te yaşamasını sağlamıştır. Bu yaşam, Hofmann’ın sanat görüşlerinin gelişme kazandığı, sanatsal dostluklarının ve ilişkilerinin yoğunlaştığı  bir…

Daha Fazla

GÜNCEL SANAT DEDİĞİN NE?

Aşağıda sanat yazarı Rudolf Zeichen’in, 1957 doğumlu Alman sanat düşünürü Martin Gnemann ile yaptığı “Güncel Sanat Dediğin Ne?” isimli görüşmeyi sunarak konuya giriş yapmak istiyoruz. Radikal bir sanat düşünürü olan Gnemann, Freiburg Üniversitesinde sanat tarihi ve sanat felsefesi eğitimleri almış, sonrasında da aykırı düşünceleriyle sık sık gündeme gelmiştir. Almanya’nın önemli sanat yayınlarında düşüncelerini ortaya koyan yazılar kaleme almaktadır. Özellikle sanat felsefesi üzerine olan yayınlarıyla dikkat çekmektedir.  Rudolf Zeichen.: Güncellik ve güncel sanat meselelerini nasıl yorumluyorsunuz? Martin Gnemann.: Güncellik denen mesele, dünyasal bir süreçten geçirilerek ele alınan bir şey olarak görülüp, irdelenmelidir; bu hata payını düşürür. Dünyasallık da kendi içinde maddi ve manevi koşullarla sorgulanır. Manevi birikimleri öne çıkartınca başka, maddi olanları öne çıkarınca bambaşka boyutlar elde edersiniz. Hangi coğrafyada, ya da konumda durursanız durun, doğru yorum her zaman doğru olacaktır şüphesiz. Tam bu noktada sorun, zihninizi işletip işletemediğinizdir. Hatta dahası da var; işletseniz bile ne kadar işlettiğinizdir. Bütünüyle, olayın bir çizgi üzerinde, başı ve sonunun olduğunu bilerek hareket ettiğinizde, sanattaki dönüm noktalarını, felsefe yapma durumuna düşmeden iyi görmek gerekiyor. Sanat, biçimlerle ilgili, dolayısıyla bu biçimler de görmeye, duymaya ve hatta koklamaya dayalıdır. O zaman duyar, görür ve koklar sonra düşünmeye başlarsınız bir izleyici olarak. Sanatçı için de durum değişmez; o da önce görür, duyar, koklar sonra tezlerini, dolayısıyla düşüncelerini sunar. Güncel sanat abartılmaktadır yüksek derecede; klasik ve 20. yüzyılın ilk yarısının sanatındaki gibi çoğullaştırmak yerine çoğaltılmış olduğundan, ciddi bir kafa karışıklığına neden olmaktadır. Bu kafa karışıklığı da, anlaşılırlığı bir taraftan engellerken, diğer taraftan anlaşılmazlığı körüklemektedir.  Olayın temel gelişimi özetle budur. R:Z.: Güncellik geçmişle nasıl bir bağlantı kuruyor veya kurması gerekir? M.G.: Güncel olan popüler olana da düşmeden, aslında bütünüyle sanatın ve yaşamın tarihiyle ilişki içindedir. Güncel, geçmişten kopmuşsa iş bitmiş demektir. Merkezdi, periferdi gibi bir ayrıma da düşülmekte; bu da çok tehlikelidir. Kafaları karıştıracak derecede felsefeye ya da herhangi bir sosyal alan dallarına dalmak da tehlikeli olabilmektedir. Nasıl, sanatı güncel anlamda tamamen ticaretin hükmü altına sokmak zararlıysa, sanatı yılan hikâyesine dönüştürüp, sunmamak da bir olumsuzluk işaretidir. Kim hangi konumda olursa olsun, bulunduğu konumla övünme durumuna düşmektedir. Oysa sanat bunları istememektedir. Bugün güncel sanatta, klasik sanatın, hatta mağara ressamlarının yaptıklarını bile değerlendirip, kullanan sanatçılara rastlıyoruz, öyle değil mi? Bu kullanılan geçmişin birikimi, eğer iyi yoruma götürülmemişse, sanat, sanatı anlama ve sanatın kuramını oluşturmada tehlike çanları çalıyor demektir. Bu, kafese konulmuş bir kuşun geçmişinden, türlerinden kopmadığını, her daim bulunduğu kafeste yine de ötmesi olayına benzetilebilir. Sanatın, hele güncel sanatın ve sanatçısının kendiyle övünmeyi bir tarafa bırakıp, geçmişin birikimleri için atalarına şükretmesi gerekmektedir. Bugün bunu böyle kabullenen kaç sanatçı vardır acaba dünyada? Sanatçı megalomandır, sanatçı kendini beğenir, hatta sanatçının bugün para için yapmayacağı da yoktur üç aşağı beş yukarı. Son on, on beş yılda bütün dünyada sanatçılara bir de küratörler eklendi. Mantar gibi dünyada küratör ürüyor…

Daha Fazla

Modern Çağdaşın Krokisi

Özkan Eroğlu Öncelikle böyle bir başlığın etrafında, ilk düşünme ile beraber bazı sorular beliriyorve bu sorulara cevap vererek işe başlamak gerekiyor. Soru 1: Sanatçı bir felsefeci midir? Sanata felsefenin mi, yoksa felsefecilerin gözüylemi yaklaşmak gerekir?Cevap 1: Sanatçı bir yaratandır. Yaratılan bir şeyin de mutlak felsefesi vardır.Sanatçı yaratırken, daha önce olmayan, özgün bir oluşumu ortaya koyar. Bu özgünoluşumu kabul ettirdiği veya dayandırdığı noktanın ismi de onun OluşumFelsefesini açığa çıkarır. Bu felsefeyi dışarıdan algılamak, anlamak için, izleyicimutlak surette sanatçının ortaya koydukları olan Yapıttan hareket etmelidir. Birsanatçıyı en iyi çözümleyen şeyin ismi Yapıttır. Bu noktada Yapıt=Felsefe gibibasit bir formül de ileri sürülebilir. Felsefe, tek başına bir sosyal bilim alanıdır ve bu alanın tarihini iyi inceleyerek,sanatı, sanatçıyı ve yapıtlarını algılamaya çalışırken bu alandan yararlanabiliriz.Sanata felsefenin gözüyle bakacak kişi sanat felsefecisidir. Yani sadece felsefeveya onun tarihi ile ilgilenmeyen, yanı sıra sanat tarihi, estetik, sosyoloji, psikoloji,teoloji vb. gibi alanlarda da yetkinliği bulunan bir kişidir sanat felsefecisi.İşte tam bu aşamada sanata felsefi yaklaşımlarda bulunabilecek bir başkaalan olan sanat felsefesi alanı ile karşı karşıya geliriz. Sanattaki asıl felsefiyerleştirmeleri, söylemleri, sınıflandırmaları, bu alan yapacaktır. Fakat buradaşunu da ifade etmekte bir yarar olabilir: Her alanın yetişmiş kişisi gibi, saltfelsefe adamının da, sanat üzerine söyleyecekleri olabilir. Bu söylenenlersadece bir aforizma, yaklaşım veya bir yorumdan öteye gitmeyecektir.Sanat felsefesi alanı, bunu yapan kimsenin kendi özgür, bilgi/bilim destekli açıklamalarınıkapsar. Felsefe alanı ise bunu yapan kimsenin kendi özgür olmayan,tamamen felsefe tarihine dayanan/bilim destekli açıklamaları kapsar. Bu ayrımainanmak gerekir her şeyden önce. Kısaca, sanattaki felsefi açılımları ortaya sermekiçin mutlak sanat felsefecisi olmak şarttır. Bu şartı yerine getirebilmenin iseyorucu bir öğrenme yolundan ve müthiş bir özveriden geçtiğini ifade etmeliyim.Soru 2: Çağdaş sanat ve Modern sanat tanımları neyi ifade ederler? Çağdaşolan modern olabilir mi, ya da tersten söyleyişle modern olan çağdaş olabilirmi?Cevap 2: Çağdaş sanatın ne olduğunu ve sınırlarını iyi tespit etmek gerekir öncelikle.Hemen belirtelim ki çağdaş sanat, havasını soluduğumuz ve hakkındabir söyleme yetkimizin olduğu bir zamanı ifade eder. Çoğu zaman modern kelimesiylekarıştırılan çağdaş kelimesinin asla aynı anlamları taşımadığını da buradabelirtmekte müthiş bir yarar var. Modern olan her çağda olabilir. Yani herçağın modern sanatı vardır yargısı us’ta sürekli taze biçimde barındırılmalıdır.Bu cevap üzerinde derinleşirken sonuç olarak şu yargıda bulunulabilir o zaman:modern olan çağdaş olmayabilir. Çağdaş olan da modern olmayabilir. Sanattamodern olma, bir kalabalıktan öne çıkmak gibi açıklanabilir. Sanatta çağdaş olmak ise kesinlikle yorumu yapacak olan kişinin söz konusuçağ ile zamandaş olmasını ister. Şimdi bu noktada aklıma gelen şunu da ifadeetmem de bir yarar olacaktır: Bir çağın klasik ve modern olanlarını birbirindenayırmak birinci dereceden sanat felsefesinin bir görevidir. Modern olan ileri birsöylem geliştirdiğine göre, o çağdaki biricik söylemi ya da sanat felsefelerini deortaya koyan olacaktır, şüphesiz. Buradan Çağdaş sanat dediğiniz zaman ben vesizler ilişik olduğumuz çağ gereği 20. yüzyılı ve çok az bulaştığımız 21. yüzyılınbaş zamanlarını anlıyorum. İşte bugünkü konferans değinmelerim sözünü…

Daha Fazla

Din Felsefesi

insan yaşamında derin ve köklü bir yer tutar. Din, insanın varoluşu, evrendeki yeri ve anlam arayışıyla ilgili temel sorularına yanıt aradığı manevi bir sistemdir. Din felsefesi ise, dinin doğasını, tanrının varlığı, inanç, ibadet ve ahlaki kurallar gibi konuları ele alarak bunları akıl ve mantık süzgecinden geçiren bir düşünce alanıdır. Din felsefesi, insanın sadece tanrıya veya aşkın bir güce inanmasının ötesinde, bu inancın nasıl şekillendiğini, dinin insan yaşamında ne anlama geldiğini ve bu inanışın toplumsal düzen üzerindeki etkilerini anlamaya çalışır. 1. Din ve İnanç Kavramları Din ve inanç, çoğu zaman eş anlamlı olarak düşünülse de farklı boyutları vardır: İnanç (İman): İnanç, bireyin bir tanrıya, aşkın bir güce ya da evrensel bir düzene dair derin bir bağlılığı ve güven duygusudur. Bu, bireyin akıl yürütme sürecini aşan, daha çok sezgiye, içsel bir deneyime dayanan bir kavrayış şeklidir. İnanç, bireyin yaşamına anlam ve amaç katan temel motivasyonlardan biridir. Din: Din, inanç sistemlerinin toplumsal bir form kazanmış halidir. Belli ritüeller, ibadet şekilleri, kutsal kitaplar ve öğretiler aracılığıyla bireylere bir yaşam tarzı sunar. Dinin temel amacı, bireyin manevi tatmin arayışına rehberlik etmek ve toplumsal düzeni sağlamaktır. Her dinin belirli dogmaları ve kutsal öğretileri vardır, ancak bu öğretiler tarihsel ve kültürel bağlam içinde farklı şekillerde yorumlanabilir. 2. Din Felsefesinin Temel Soruları Din felsefesi, bazı temel sorular etrafında şekillenir. Bu sorular, dinin doğasına dair derin düşünceleri barındırır ve dinin insan yaşamındaki rolünü anlamaya çalışır: Tanrı’nın Varlığı: Din felsefesinin en eski ve en temel sorularından biri, tanrı ya da aşkın bir gücün var olup olmadığıdır. Tanrı’nın varlığına dair üç temel yaklaşım vardır: Teizm: Tanrının var olduğunu savunan bu görüş, evrenin bir yaratıcı tarafından var edildiğini ve tanrının evrendeki her şeye müdahil olduğunu ileri sürer. Bu yaklaşım, Hıristiyanlık, İslam ve Yahudilik gibi dinlerde yaygındır. Deizm: Tanrı’nın evreni yaratıp ardından onu kendi doğa yasalarına göre işleyişine bıraktığına inanan bir görüştür. Deistler, Tanrı’nın evreni yarattığını kabul ederler, ancak Tanrı’nın evrene sürekli olarak müdahale etmediğine ve mucizeler gerçekleştirmediğine inanırlar. Onlara göre, Tanrı, evreni kusursuz bir düzenle yaratmış ve insanlara akıl ve özgür irade vererek, bu düzen içinde kendi yollarını bulmalarını sağlamıştır. Ateizm: Tanrının varlığını reddeden bu görüş, evrenin rastlantısal ya da doğal yasalarla açıklanabileceğini savunur. Ateistler, tanrının varlığına dair yeterli kanıt olmadığı için tanrı inancını reddeder. Agnostisizm: Tanrının var olup olmadığı konusunda kesin bir bilgiye sahip olunamayacağını savunan bu yaklaşım, bu tür metafiziksel soruların insan zihninin ötesinde olduğunu öne sürer. Agnostikler, tanrının var olup olmadığını bilemeyeceğimizi düşündükleri için bu konuda tarafsız kalmayı tercih ederler. Kötülük Problemi: Tanrı’nın varlığıyla ilgili bir başka önemli felsefi soru, kötülük problemidir. Bu sorun, özellikle teistik inanç sistemlerinde dile getirilir: “Eğer tanrı her şeyi biliyorsa, her şeye kadirse ve tamamen iyiyse, dünyada kötülük neden var?” Din felsefecileri, kötülüğün varlığını açıklamak için çeşitli argümanlar geliştirmiştir. Bu konuda geliştirilen bazı savunular: Özgür İrade Savunusu:…

Daha Fazla

Sanat Felsefesi

Özkan Eroğlu Sanat felsefesi, sanatın doğasını, amacını, anlamını ve değerini inceleyen bir disiplin. Sanatın ne olduğu, neyi temsil ettiği ve sanat eserlerinin neden estetik bir deneyim sunduğu gibi temel sorulara odaklanır. İnsan olmanın önemli bir unsuru olarak sanat, insanın dünyayı anlama, duygularını ifade etme ve toplumsal değerlerle iletişim kurma şeklidir. Sanat felsefesi, bu süreci anlamlandırarak estetik deneyimlerin ve sanat eserlerinin etkisini kavramaya çalışır. 1. Sanatın Tanımı Sanat, birçok farklı şekilde tanımlanabilir ve bu tanımlar tarihsel, kültürel ve felsefi perspektiflere göre değişiklik gösterebilir. Sanat felsefesinin ilk ve en temel sorusu, “Sanat nedir?” sorusudur. Sanatı tanımlarken şu yaklaşımlar öne çıkar: Mimesis (Taklit): Platon ve Aristoteles gibi antik filozoflar, sanatı doğanın taklidi olarak görmüşlerdir. Mimesis kavramı, sanatın dünyayı temsil eden bir ayna gibi olduğunu savunur. Özellikle klasik dönem sanat anlayışında, doğadaki güzellikleri yansıtmak, sanatçının en büyük amacı olarak kabul edilmiştir. İfade (Expression): Sanatın sadece bir taklit değil, sanatçının duygularını, düşüncelerini ve iç dünyasını ifade etmesi gerektiği görüşü, Romantik dönemde öne çıkmıştır. Bu görüşe göre, sanat bir duygu ifadesi aracıdır ve sanatçının bireysel deneyimleri sanat eserlerinde yankı bulur. Formculuk: 20. yüzyılın başında gelişen biçimcilik akımı, sanatın özünün biçimde yattığını savunur. Bu anlayışa göre, sanatın değeri, içeriğinden çok, onu oluşturan şekil, renk, kompozisyon ve yapıdadır. Sanat, bu unsurların başarılı bir şekilde bir araya getirilmesiyle var olur. Sanat Olarak Oyun: Alman filozof Friedrich Schiller, sanatı bir oyun olarak görür. Ona göre sanat, insanın zorunluluklardan ve günlük yaşamın sıkıcı gerçekliklerinden kaçışını sağlar. Sanat, insanın yaratıcı doğasını ve özgürlüğünü ifade ettiği bir alan olarak değerlendirilir. 2. Estetik Deneyim Sanat felsefesinin diğer önemli bir sorusu, sanat eserinin insan üzerinde nasıl bir etki bıraktığı ve bu etkinin neden estetik olarak tanımlandığıdır. Estetik deneyim, bir sanat eserine bakarken ya da onu dinlerken yaşanan özel bir duygu durumudur. Estetik deneyimi anlamak için şu kavramlar ele alınır: Güzellik: Sanat eserlerinin estetik değerinin büyük bir kısmı güzelliğe dayalıdır. Ancak, güzellik kavramı, sanat felsefesinde oldukça tartışmalı bir konudur. Klasik sanat anlayışında güzellik, ölçü, uyum, simetri ve dengeyle ilişkilendirilirken, modern ve çağdaş sanatta güzellik kavramı sorgulanmış ve çoğu zaman çirkinlik ya da kaos da estetik değere sahip kabul edilmiştir. Yüce (Sublime): Estetik deneyim, yalnızca güzellik ile sınırlı değildir. Yücelik, insanı aşan, büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık uyandıran bir deneyimi ifade eder. Doğa olayları ya da büyük ölçekli sanat eserleri, insanı küçük ve önemsiz hissettirebilir, ancak bu deneyim de estetik bir haz sunar. Edmund Burke ve Immanuel Kant, yüce kavramını estetik felsefelerine dahil etmişlerdir. Estetik Duyarlılık: Sanat felsefesi, estetik duyarlılığın bireyler arasında nasıl farklılaştığını ve bir eserin neden bazı insanlar için daha etkileyici olduğunu da araştırır. Estetik zevk, kültürel, kişisel ve toplumsal faktörlerden etkilenir. 3. Sanatın Amacı ve İşlevi Sanatın işlevi ve amacı, tarih boyunca farklı yorumlanmıştır. Sanat felsefesi bu konuda çeşitli kuramlar sunar: Sanatın Eğitici Rolü: Antik Yunan’da, sanatın…

Daha Fazla