Özkan Eroğlu
Görsel sanatlarda plastik filozofi, yani görsel sanatın form ve renk sözlüğüne sanat tarihi ve kuramsal gelişimi kapsamında hâkim olmak ve her ifade edeceğinizi bunlar üzerinden ileri sürmek. Bunu kuramcı da uygulamacı da olsanız gerçekleştirmek zorundasınız en baştan. Yoksa yaptıklarınız anlam kazanmaz, boşlukta salınır durur ve en sonunda da kaybolup gider.
Bu durumu anlayacak olan da plastik filozofik bir göz, zihin ve ruhtur. Türkiye bu bileşkenin ifade ettiği insanları yetiştiremediği, bu konuda gerçekleri söyleyenleri de yok etmeye çalıştığı için (sadece sanatta değil, hemen her alanda), görsel sanatlarımızın hemen her dalında büyük bir karmaşa, sapla samanın birbirine karışması çok aşırı seviyededir ve sanat ortamımızı zehirli bir bulut gibi kaplamıştır adeta. Bu bulutun dağılmadığını 1993’ten bu yana görmeye devam ettiğim için, konuyu bir kere daha bu yazıyla gündeme taşımak istiyorum.
“Üslup” (biçem), yani “stil” veya “tarz” olarak bilinen konunun derinliğinin farkında olunmaması sözünü ettiğim olumsuz durumun nedenlerinin en başında gelir. İlk paragrafta vurguladığım eksiklikten ötürü kuramcı da uygulamacı da bu sorunu bir türlü anlayamamaktadır. Oysa “Tikelde üslup zenginliği” ve de “tümelde üslup zenginliği” durumlarından biri, “yaratıcı sanatçı”nın en önemli yanını oluşturur. Her ikisinde de tekrara, maniere düşme, yani üsluplaştırmaya uğrama sorunu Türkiye’de çokça görülen büyük bir sıkıntıdır. “Tikelde üslup zenginliği” sanat eserlerindeki gizemli dönemsel geçişlerle, doğal ve değer arayan bir yapı ortaya koyar ve anlaması daha zordur “tümelde üslup zenginliği”ne göre. Birincisine örnek ülkemizden Abdurrahman Öztoprak, ikincisine ise dışarıdan Paul Klee dersek; bu konuda ne demek istediğim “göz” ve “bilgi”si olan tarafından hızlı bir şekilde anlaşılacaktır.
Abdurrahman Öztoprak
İki yaklaşımın dışındakiler, üsluplaştırma dediğim kaba ve yenilik içermeden, derinliksiz tekrar, amatörce ve temel eğitimdeki öğrenci çalışmalarına benzer bir gelişim gösterirler ve hemen fark edilirler. Bu olumsuz durum, bir tür çamurlaşma, kirlenme, aşırı dekoratif ve illüstarasyona düşme ve giderek uygulamacının sorunun farkında olmadığını dahası gözünün, zihninin ve ruhunun perdeli olduğunu hemen gösterir; tabi görebilene. Buna şöyle bir örnek vereyim; kolaj bir çalışmada boya ile kolaj malzemeyi doğru kullanmadığınızda, iş çamurlaşır, ya resme ya da grafik olana eğilim gösterir. Buradaki volümetrik olanı belirleyen şey yaratıcı boyut sahibi olandır ve bu da ne yazık ki bir kişide ya vardır ya da yoktur. Nitelikli sanat eleştirmenleri bunu hemen anlar. Ve en baştan kime değip değmeyeceğine karar verir.
Sonuç olarak klişe bir sözcük olan “sanat”ı “yaratıcı sanat” boyutuna taşıyamadığınız sürece kendinizi eğlendirir durursunuz sadece. Türkiye’nin şu an kabaca %90-95’i bu durumdadır. Ülkemizde henüz olmayan sanat piyasası (ortamı) oluşacaksa, dile getirip vurguladığım temel sorunun ortadan kaldırılması, başta sanat eğitimi kurumlarının ciddi bir reforma gitmesi ve liyakatın bu kurumlara tam olarak yerleşmesine bağlıdır. Yoksa bugün olduğu gibi eleştirisiz
Türkiye’de kendinizi kolayca sanatçı ilan edebilir, sergiler açar, tüm işlerinizi de pazarlayabilirsiniz, ancak en basitinden bir gün sonra aldıklarını geri verip, ödediğini geri almak isteyen alıcı muhatap bulamaz, durumun tam bir bataklığa saplanıp kaldığı anlaşılır… Bu ifade ettiklerimden dertliyseniz gidişatı değiştirmek için çok köklü çalışma ve oluşumlara ihtiyaç olduğunu biliniz. Bunları yakında hazırlayacağım bir kitap ve belgesel dizisinde de açıklayacağım bilgisini de burada vermiş olayım.
Özkan Eroğlu