Leonardo Da Vinci

Çağatay Odabaş

ve gerçek şu ki, o çeşitliliği görmez ve aklında tutamazsan mükemmele erişemezsin. Kuşkusuz Leonardo Da Vinci’nin zekası ve araştırma yeteneği, onun insan- lık tarihinde yaşamış olan en büyük dehalardan biri olmasını sağlamıştır. Günümüzde yayınlanan Tony Buzan ve Raymond Keen’in yazmış oldukları Book Of Genius (Dehanın El Kitabı) isimli araştırma kitabında insanlık tari- hinde yaşamış olan dahileri sıralamak için 11 önemli kıstas tespit edilmiş. Bu kıstaslar, alan hakimiyeti, aktif yaşam süresi, polimati (çok yönlülük), güç ve enerji, IQ, etkinin süresi, üretkenlik, temel amaca ulaşma, evren- sel vizyon, özgünlük ve akademik yetkinliktir. Bu kıstaslara bakıp düşün- düğümüzde, günümüzden yaklaşık 500 yıl önce yaşamış olan Leonardo’da da, bu özelliklerin kusursuz bir biçimde var olduğunu görüyoruz. Bu deha, 500 yıl önce insanoğlunun ulaşmış olduğu seviyenin çok çok üstünde sanat eserleri yaratmış, o zamana göre akıl almaz buluş ve tasarımlar yapmış, halen hayran kalınacak güzellikte mimari yapılar uygulamış, anatomi, jeofi- zik, hidrolik, botanik, havacılık konularını incelemiş ve bilim adına doymak bilmeyen çalışmalarda bulunmuştur. İşte bütün bu özelliklerin ve yetenek- lerin Leonardo’da bulunduğunu gösteren ve günümüze ulaşan en önemli kanıtlar onun her an yanında bulundurmuş olduğu eskiz defterleri ve gün- lükleridir.
Leonardo, düzenli ve sistemli bir eğitim görmemiş olmasına karşın bilim ve teknolojiye önemli katkılarda bulunmuş, sanatın yanı sıra yaşadığı döne- min çok çok ilerisinde bilimsel keşif ve araştırmalarda bulunmuştur.
Bu keşif ve araştırmalarını sürekli yanında bulundurduğu defterlerine ve günlüklerine kaydetmiş ve resimlemiştir. Onun her saniye çalışan beyni, bir proje üzerinde çalışırken bile, yeni bir fikir üretebilmiştir (Leonardo Sendromu).
Aklına yeni bir fikir geldiğinde, çalıştığı şeyi hemen bırakıp yeni düşüncesi üzerine çizimler ve notlar tutmuştur. Bu yüzden pek çok çalışması ve araş- tırmasını tamamlanmamış taslaklar halinde bırakmıştır. Bu şekilde, günü- müze yaklaşık 7000 sayfa çizim, taslak, eskiz ve kendi araştırmaları ile ilgili yazı kalmıştır. Bu belirlenmiş sayıya, İtalya Roma’da bulunan Vatikan’ın gizli arşiv ve kütüphanelerinde bulunan defterleri dahil mi, bunu bilemiyoruz.Öncelikle, Leonardo da Vinci’nin nasıl mükemmel bir deha ve ne kadar engin ve doğurgan bir zekaya sahip olduğunu biliyoruz. Fakat bu zekayı nasıl geliştirdiğini anlamak için, onun yaşam felsefesini anlamalıyız. Leonardo sürekli kendini geliştirmek için 7 adet yaşam prensibi elde etmiş ve hayatının son anına kadar bu prensipleri uygulayarak dehasını geliştir- miştir. Da Vinci’nin 7 yaşam prensibi şunlardır;
 
Curiosita
Da Vinci’nin ilk prensibidir. Buna göre, varolduğumuz yaşamda sonsuz bir merak ve öğrenme duygusuyla varolan tüm varlıklar araştırılmalı ve öğrenilmelidir. Merakımızı kaybetmeden, çözmek ve bilmek için her şeye soru sorarak öğrenmek.
 
Dimastrazione
Da Vinci’nin ikinci prensibidir. Bilgiyi ve öğrenme yolundaki sonuca ulaş- mayı, deneme yoluyla test ederek ve hatalardan ders alarak oluşturmak anlamına gelmektedir. Öğrenilen her bilgi, mutlaka denenerek test edilmeli ve doğruluğuna ondan sonra karar verilmelidir. Deneyerek öğrenilen bilgi, daha büyük bir erdem yaratır.
 
Sensazione
Da Vinci’nin üçüncü prensibidir. Duyguların, özellikle hayati deneyimler elde etmeyi sağlayan görme duyusunun devamlı olarak yenilenmesi ve kul lanılması anlamına gelir. Yaşamda var olan duyguların ve anların hepsini yaşamaya çalışmalıyız. Resim çizmeli, müzik dinlemeli, müzeler gezmeli, kitap okumalıyız. Değişik yiyecek ve içecekler tatmalı, çevremizdeki her şeye dokunup hissetmeliyiz.
 
Sfumato
Da Vinci’nin dördüncü prensibidir. Bu, genelde Leonardo’nun resimlerinde kullandığı bir teknik ve stil olarak da bilinir. Da Vinci prensibi olarak anlamı ise kararsızlığı, belirsizliği, paradoksu kabullenip ve bu kavramlardan faydalanmak için belirsizliği, karasızlığı kucaklama arzusu anlamına gelir. Böylece bir karmaşa ve paradoksla karşılaştığımızda, sükunetimizi koruyarak etkili ve sağlıklı düşünebilen bir zihne sahip olabiliriz.
 
Arte scienza
Da Vinci’nin beşinci prensibidir. İnsanda varolan bilim, sanat, mantık ve hayal arasındaki dengenin geliştirilmesi anlamına gelir. Her insan, doğuştan her türlü yeteneğe sahiptir.

Corporalite
Da Vinci’nin altıncı prensibidir. Zarafet, başarı ve bilgi için öncelikle kişinin kendi ile barışık olması gerekir. Bunu sağlamak içinse, insan sağlıklı, zarif ve dengeli bir vücuda sahip olmalıdır. Bunun için, kişinin sahip olduğu fiziki yapısını geliştirmesi gerekir. Bunu elde etmek amacıyla kişi, stresten uzak durmalı, zihnini rahat tutmalı, dengeli beslenmeli, uykusunu düzenli olarak almalı, zarafetine dikkat etmeli ve sağlığını korumalıdır.
 
Connesione
Da Vinci’nin yedinci prensibidir. Yaşamda varolan her şeyin ilişkisini anlamak ve değerlendirmek, sistemli düşünmek anlamına gelir. Yaşadığımız her şeyin birbiriyle olan ilişkisini anlamaya çalışmalı, her şeyi bir arada değerlendirmeliyiz. Yaşamda her şey birbirine bağlantılı ve bir bütündür.
İşte bu mükemmel insan, yaşam başarısını kazanabilmek için kendi prensiplerini seçmiş ve yaşamını yönlendirecek çok sağlam felsefeleri beynine yerleştirmişti. Fakat, onun günümüze ulaşan binlerce sayfa defterlerini okuyup, çizimlerini inceledikçe, bir tek insanın nasıl olup da bunca farklı alanda başarılı olduğunu ve araştırma yaptığı alanlara önemli katkılarda bulunabildiğini anlayabilmek yine de zordur. Belki bunun nedenlerinden birisi, onun sistemli bir eğitim görmüş bir uzman olmayıp, onun araştırmaya, görebilmeye ve doğanın sonsuz öğretisine inanan bir sanatçı olmasıdır. Kendinden önceki sanatçılar gibi, görünen dünyayı araştırmanın sanatçılık yolunda en önemli anahtar olduğuna inanmıştır. Fakat, Leonardo’yu farklı kılan onun öğrenmek adına yaptığı bu araştırmayı, kendine benimsemiş olduğu prensiplerdeki gibi mükemmel bir titizlikte, çok daha kapsamlı ve öğrenmeyi kesinleştirecek deneylere dayandırmasıydı. Defterlerde gördüğümüz gibi, kusursuz bir insan figürü çizebilmek için pek çok ceset üzerinde çalışmalar yapmış, bu cesetlerden elde ettiği anatomi bilgilerini defterlerine tek tek çizerek not etmiştir. Ölü insanlar üzerinde yapılan bu gibi çalışmalar, dönemin kilise ve dini kurallarına aykırı olduğundan, Leonardo bu kadavraları geceleri mezarlardan gizlice çalarak, yine kimseye yakalanmamak için geceleri gizlice bu anatomik otopsilerini yapmak zorunda kalmıştır. Defterlerinde, gecenin karanlığında, çok az bir mum ışığında bu cesetleri kesip biçmenin pek hoş manzaralara sahne ol madığını da uzun uzun anlatmıştır.
Bu kadar zor şartlar altında çalışmış olmasına karşın, insan anatomisi üze rine fevkalade bilgiler elde etmiştir. İnsan embriyosu ve ceninin anne kar nındaki (uterus) konumu ve pozisyonunu doğru olarak tespit etmiştir. Kalp, mide, muhtelif damarlar ve kasların yapısını günümüze uygun olarak tespit etmeyi başarmıştır. Kalbin kapakçıkları ve hareketi üzerinde dikkatini yo ğunlaştırarak, kalbin, adeta bir tulumba şeklinde çalıştığını belirtmiştir. Bu çalışmalarının sonucunda, kusursuz bir biçimde insan vücudunun orantısını anlatan “Vitruvian Man” isimli çizime ulaşmıştır. Ona göre insanoğlu geliştirilebilen mükemmel bir makineydi ve Tanrının yarattığı doğanında bir parçasıydı. İşte Leonardo’da da Tanrıya değil, Tanrının yaratmış olduğu bu doğaya aşıktı. Onun için, bütün sorularının cevabı doğada saklıydı. Doğa da onun merakını uyandırmayan, dehasını kamçılamayan hiçbir şey yoktu. Defterlerinde sıkça gördüğümüz insanın uçmasını sağlayacak kanat ve alet tasarımları, notlarını elde etmek ve kuşların, uçan böceklerin hareketlerini incelemek için yıllarını harcamıştı. Defterlerinde varolan diğer önemli doğa konularından bazıları ise, bulut ve kayaların biçimleri, atmosfer ve havanın yakın ve uzak nesneler üzerindeki etkisi, ağaç ve bitkilerin büyümeleri ve şekilleri, seslerin armonisi gibi çeşitlilik gösteren ve cevabı gerçektende doğada bulunan konulardı. Defterlerine Floransa’da çocukken yaşamış ol duğu şiddetli sel ve firtına felaketleri üzerine de notlar almış; firtına, su ve rüzgarın resmedilişiyle ilgili çeşitli tespitlerde bulunmuştur. Örneği, dalların ve yaprakların bükülmesi dışında, rüzgarı resmederken, bulanık havaya ka rışmış ince tozlardan bulutlar betimleyeceksin tanımı, Leonardo’nun günlüklerinden bir bölümdür. Kim bilir bu deha, bu tespiti nasıl bir firtına esnasında, rüzgarı hissederek defterine yazmıştı? Bu deha, doğayı araştırırken, bulduğu ve doğruluğuna inandığı her şeyi günlüklerine yazmış ve çizmişti. Günlüklerinde geçen güneş hareket etmiyor ifadesinde, Copernic kuram larını (Nicolaus Copernicus) Galileo’dan daha önce bulduğunu anlıyoruz. Maalesef Leonardo’nun zekasını tanımamıza ve algılamamızı sağlayacak olan bu çok kıymetli günlüklerin ve defterlerin, yalnızca otuz bir tanesi günümüze kadar ulaşmıştır. Leonardo’nun defterleri günümüzde, Uffizi Galerisi (Floransa), National Gallery Of Art (Washington), Hermitage (Le ningrad), Vatikan Müzesi ve Gizli Arşivleri (Roma), Musée de Louvre (Pa ris), National Gallery (Londra), British Museum (Londra), Fransız Enstitüsü (Paris), Ulusal Kütüphane (Torino), Victoria ve Albert Müzesi (Londra) ve Madrid Ulusal Kütüphanesi (Madrid), arşiv ve koleksiyonlarında korunup, saklanmaktadır.
Leonardo’nun defterlerinin bilinen en önemli karakteristik özelliği, yazıla rının tersten yazılmış olmasıdır. Defterlerdeki yazılar ancak bir ayna yardımıyla okunabilmektedir. Leonardo’nun böyle bir yazı geliştirmesinin ve kullanmasının sebeplerinden biri yoğun emek vererek yaptığı araştırmala rın sonucunda elde ettiği bilgilerin ve özel notlarının başkaları tarafindan kolayca okunmamasını istemiş olmasıdır. Bir diğer sebep ise, Leonardo’nun solak olmasıydı. Tersten yazmak solak olan Leonardo için zor olmamıştır; zaten yazı yazmak için o dönemde, mürekkebe batırılarak kullanılan kalem- lerle soldan sağa doğru yazdığında, eli yazdığı yazının mürekkebi kuruma- dan yazıyı bozuyordu. Bunun için sağdan sola doğru yazarken de ters yazı- sını geliştirebilmiştir. Ayrıca çok önemli tasarımlarla ilgili notlar tutarken, sadece tersten yazmakla yetinmiyor, kelimeleri parçalıyor ve noktalama işaretlerini değişik kullanarak, kendine göre şifreleme sistemleri geliştiriyordu.

Günlüklerde bir diğer özellik ise, Leonardo’nun yazıların ve metinlerin yanında çizim, eskiz, taslak ve krokilere verdiği önemdir. Burada, onun sanatçı yönü devreye girmiş ve mükemmel desenler ve eskizler yapmıştır. Çizimlerini o kadar güçlü ve anlatımcı çizmiştir ki, yazılarını ve notlarını, çizimi tamamlayacak bir biçimde kullanmıştır. Örneğin, anatomik bir çalışma yaparken herhangi bir organı, sadece tek bir şekilde çizmekle yetinmemiş, onun kesitleri, dokusunu ve çalışma sistemini anlatan çizimler de yapmıştır. Böylelikle, bilimsel çizimin de öncüsü olmuştur.
Leonardo’nun bu kadar bilgiyi keşfederken geliştirdiği anlatım, oldukça dikkat çekicidir. Akıcı, konuya hakim, zengin sözcük ve kelime dağarcığı ile İtal yan bilim dilinin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Her edindiği bilgi ve düşünceyi bir filozof gibi ele aldığından, defterlerdeki anlatımı da insanı büyüleyecek bir hakimiyettedir. Günlüklerinde şöyle bir not geçer: Bilime sahip olmadan uygulamaya koyulanlar, pusulasız, dümensiz denize açılan ve nereye gideceğini asla bilemeyen kaptan gibidir. Bu not, Leonardo’nun anlatımdaki ustalığına güzel bir örnektir. Leonardo’nun defterlerinin ve çizimlerinin tarihi
Leonardo’nun, bilimsel ve sanatsal çalışmaları konusunda günümüze bıraktığı sayısız yazı ve eskizler, yaklaşık üç yüzyıl boyunca karanlıklara gömülü olarak, keşfedilmeyi bekledi. Bu eşsiz bilgiler ve araştırmalar bir yığın karmakarışık kağıt, sayısız not ve açıklama ve dağılmış hasar görmüş defterler içinde yitip gitmişti adeta. 18. yüzyıla kadar, sanatçı ve ressam olarak Leonardo’nun kazandığı ün, filozof ve bilgin olarak kazanabileceği hayranlığı iyice geride bırakmıştı. Hatta 1519’da ölümünden sonra, bıraktığı tüm günlük ve defterlerinde ileri sürdüğü olağanüstü ve cesur düşünceler bir kenara itilmiştir.

Leonardo, bütün günlüklerini ve defterlerini, yanından hiç bir zaman ayrılmayan ve onu ölüm döşeğine kadar izleyen öğrencisi Francesco Melzi’ye bırakmıştı. Francesco Melzi, bu eşsiz hazineyi, Milano yakınında, Vaprio d’Adda’da bulunan evinde saklıyordu. 1570 yılında öldüğü zaman, mirasçısı ve oğlu olan Orazio Melzi, kendisi için hiç bir anlam taşımayan bu belgeleri tavan arasına kaldırdı. Böylelikle, Melzi ailesinin eğitmeni ve ünlü Venedikli basımcı Aldo Manuce’nin iş ortağı ve dostu olan Leilo Gavardi, Leonardo’nun 3 defterini ele geçirmek konusunda hiç bir güçlük çekmedi ve bunları Floransa’ya götürerek, karşılığında iyi paralar koparmak umuduyla Dük François de Médicis’e sundu. Ama dükün yanında bulunan bir danışman, bugün inanılmaz gibi gelse de şöyle dedi: Bunlarda, efendimizi ilgilendiren hiç bir şey yoktur. Böylece, satış gerçekleşmemiştir. Zengin olmak umudunu yitiren Gavardi, defterleri, Milano’ya giden arkadaşı Amb- riogio Mazzenta’ya verdi ve Orazio Melzi’ye ulaştırmasını istedi. Ama Melzi bunları geri kabul etmedi. Nitekim Mazzenta, anılarında şöyle yazmıştır: Kendimi bu denli sıkıntıya sokmama şaştı ve defterleri bana armağan etti. İşte bu defterlerin garip öyküsünde önemli bir yer tutan Arezzo’lu Pompeo Leoni, bu arada ortaya çıktı. İspanya kralının yanında heykeltıraş olan Pompeo Leoni, Francesco Melzi’nin mirasçıları tarafindan saklanan Leonardo’nun elyazmaları ve defterlerine ilgi duyuyordu. Çeşitli vaatlerle bu def- terlerin büyük bir kısmına sahip oldu. Ayrıca, Orazio Melzi’nin Mazzenta’ya armağan ettiği on defterden, onunu da ele geçirdi. 1582 ile 1590 yılları arasında Leonardo’nun bıraktığı miras, bir başkasının eline geçiyordu. Uzman olmadığı halde, Leoni, bu belgeleri daha çekici bir biçimde düzenlemek istedi ve büyük derlemeler haline getirmek için defterlerden çoğunun doğal düzenini ve sırasını bozdu. Bu garip düzenleme, Leonardo’nun elyazmalarındaki özgün yapıyı kökten değiştirdi ve yazıların ard arda gelişiyle ilgili önemli açıklamaları, zaman sırasını, defterlerin zaman sırasını, defterlerin gerçek sayısını tanınmaz hale getirdi. Ayrıca birçok metnin dağılmasına ve ortadan kalkmasına da yol açtı. Orazio Melzi’ye Leonardo’nun defterlerini İspanya kralına armağan edeceğini söylemiş olan Pompeo Leoni’nin gerçekten böyle bir amaç güttüğünü gösteren bir kanıt yoktur. Çünkü Leoni, ancak bir kaç elyazmasını krala sunmuş ve diğerlerini de kendine saklamıştır. Bunu, defterlerin çoğunun Leoni’nin mirasçısı Polidoro Calchi’nin eline geçmesinden anlıyoruz. Calchi, defterleri hemen satmaya çalıştı. 1622’de Leoni’nin düzenlemesinde yer alan ve bugün Codex Atlanticus diye bilinen derlemeyi Milano kontu Galeazzo Arconati’ye sattı. Arconati, 1636’da Leonardo’nun öteki dokümanlarıyla birlikte, bunu da Milano Kitaplığı’na armağan etti. Leoni’deki defterlerin başka bir bölümü İngilizlerin eline geçti. Arundel Kontu Thomas Howard, Leoni tarafindan düzenlenen ikinci büyük derlemeyi ele geçirmek başarısını gösterdi. Royal Windsor Library’de bulunduğu için Windsor Koleksiyonu diye tanınan bu derleme, Leonardo’nun sanatla doğrudan doğruya ilgili olan çalışmalarını kapsıyordu. Thomas Howard, bugün “Codex Arundel 263” diye bilinen ve mirasçılardan biri tarafindan Royal Society’ye verilen başka bir elyazması da satın almıştı. 1715’e doğru, Lord Leicester, bugün adını taşıyan kodeksi satın aldı ve İngiltere’ye getirdi. 1750’de, Leonardo’nun bulduğu pek çok sözcüğü kapsaması bakımından ilgi çekici olan Codex Trivulzianus, Kont Arconati’nin armağan ettiği kitaplığa geri döndü. 18. yüzyıl sonunda belli bir yerde kesin olarak saklandıkları sanılan derlemeler elden ele dolaşmaya başladı. 15 Mayıs 1796’da Napolyon Bonapart zafer kazanarak Milano’ya girdi; Directorie’ın buyruklarına uyarak sanat ve kültür eserlerini sistemli bir biçimde toplamaya koyuldu. Böylece Codex Atlanticus ve Arconati’nin Milano Kitaplığı’na armağan ettiği defterler, öteki belgelerle birlikte Paris’e götürüldü. Codex Atlanticus, Ulusal Kitaplığa, öteki elyazmaları da Fransa Enstitüsü’ne verildi. Napolyon’un çağı sona erince, ilgili hükümetler kendi kültür ürünlerini iste diler ve geri aldılar. Böylece, Codex Atlanticus, Milano’ya geri getirildi, ama öteki elyazmaları Fransa Enstitüsü’nde kaldı. 19. yüzyılda İngiliz kitaplıkları birçok yeni belge elde etti. 1876’da, John Forster, bugün Forster Defterleri diye bilinen üç elyazmasını, South Kensington Müzesine (bugün Victoria ve Albert Müzesi) verdi. Bu, söz konusu eserlerin değeri ve kıymeti düşünül düğünde defterlerin korunması açısından güzel bir hareketti. Ama başka bir örnek, herkesin böyle hareket etmediğini gösteriyordu. Leonardo’ya hay ran olan ve bilim tarihi alanında ilk çalışmaları yapanlar arasında yer alan kitapsever ve bilgin Gugliemo Libri, Leonardo’nun basılmamış eserlerinin tümünü yayımlamak istiyordu. Ama aynı zamanda kont olan bu adamın garip yanları vardı. Fransa Enstitüsünde, Leonardo’nun bazı elyazmalarını incelerken, şeytana uydu ve birkaç tanesini aldı. Bu elyazmalarının yalnız kendisinde olmasını isteyen bir bilginin duyduğu tutkunun sonucu değil di. Libri, çaldığı elyazmalarını yüksek fiyata satmasını bildi. Böylece, bu el yazmalarının bir bölümü İngiltere’ye ulaştı. Bu arada, Küçük Codex ya da Kuşların Uçuşu Üzerine adlı derleme, Kont Manzoni tarafindan 4000 lirete satın alındı. Manzoni, bunu, daha sonra ünlü Leonardo uzmanı Theodore Sabachnikoff’a sattı. Fransa Enstitüsü sorumluları, bu el yazmalarını, sadece Libri’nin gördüğünü biliyorlardı ve hırsızlığından kuşkulanmaya başladılar. Libri kendini savundu, ama kanıtlar ortadaydı ve gıyaben on yıl hapse mahkum oldu. İngiltere’ye geçen elyazmaları, bu olaydan sonra Fransa Enstitüsüne geri verildi. Sabachnikoff da, Kuşların Uçuşunu Torino Kitaplığı’na verdi. Bu yazma, bugün hala oradadır. Ortaya çıkan bir haber, kültür dünyasını kökünden sarsmasaydı, defterlerin öyküsü burada sona erecekti. 1967 yılında, Leonardo’nun yitirildiği sanılan iki kodeksinin, Madrid Ulusal Kitaplığı’nda bulunduğu resmen açıklanıyordu. İlk şaşkınlık geçtikten sonra, bu iki kodeksin nasıl olup da, Madrid’de kalmış olduğu araştırılmaya başlandı.
Pompeo Leoni’nin ölümünden sonra, onun elinde bulunan Leonardo elyazmalarının bir bölümünün İspanya’ya satıldığı biliniyordu. Bunları alanlardan birinin, Madrid’li koleksiyoncu Juan de Espina olduğu sanılmaktadır. 1620 ile 1630 arasında, o zaman Gal Prensi olan İngiltere Kralı Charles ve Floransalı Vincenzo Carducci, koloksiyonlarını görmek için Espina’ya uğramışlardı. Her ikisi de, birçok olağanüstü eserin yanı sıra, Leonardo’nun yazdığı ve resimlediği iki kitaptan söz etmişlerdi. Espina 1642’de ölünce, elindekilerin hepsini İspanya kralına bırakmış ve böylece Leonardo’nun iki derlemesi Saray Kitaplığı’na girmişti. 1830 yılında bu kitaplık daha da genişletilerek, Ulusal Kitaplık kurulmuştu. Buna göre, 1967’de bulunan iki kodeks ise, Espina’nın elindeki derlemeden başka bir şey değildir. Madrid Ulusal Kitaplığı’nın 19. yüzyılda basılan bir kataloğunda, Leonardo’nun ilk el yazısından söz edilmektedir. Ama kitaplığa başvurdukları halde, hiç bir uzaman bu elyazmalarını görememiştir. Çünkü katalogdaki numaralarda, Petrarca’dan bir derleme ve Guistiniano’nun bir açıklaması bulunmaktadır.
19. yüzyıl sonunda, Floransalı bir kitapsever, elyazmalarını bulmak için çok uğraşmış, ama bir sonuç elde edememişti. Madrid Ulusal Kitaplığı’ndakiler de, el yazmalarının artık bulunamayacağını düşünüyorlardı. 20. yüzyılda çeşitli bilginler bu alanda çaba harcamışlar, ama elyazmalarını ve defter leri bulamamışlardı. Sonunda, ünlü Leonardo uzmanı Fransız André Corbeau, elyazmalarının Madrid Kitaplığı’nda bulunduğundan emin olduğunu, ama arşivde yanlış numaralandıklarını ileri sürdü. Bunun üzerine çalışma- lar başladı. 1965 yılında kitaplığın el yazmaları bölümü direktörü Ramon Pazy Remolar, sevindirici bir sürprizle karşılaştı. Elyazmaları gerçekten kitaplıktaydı, ama 19. yüzyılda numaraları yanlış konmuştu. Numaraları,Aa 19/20 değil, Aa 119/120 olacaktı. Bu çok önemli buluş, 1967’de resmen doğrulandı. Bu arada, Leonardo’nun defterleriyle ilgili bir başka keşif daha yapılmıştır.
Bu keşif, Leonardo’nun, Milano’da bulunan ünlü Codex Atlanticus’una ilişkindir. 1962 yılında, Cardinal Montini’nin girişimleriyle, Codex Atlanti cus tüm olarak onarılmaya başlandı. Bu derlemenin bulunduğu kitaplığın sorumluları, elyazmalarını, Roma yakınındaki Grottaferrata manastırı uzmanlarına verdiler. Burada amaç elyazmalarını, sadece daha dayanıklı hale getirmek değildi, Pompeo Leoni’nin harap ettiği bölümleri de onarmak gerekiyordu. Leoni, Leonardo’nun sayısız kağıtları ve defterleri arasından, mekanikle ilgili olduğunu sandığı bölümleri keyfince bir araya getirmişti. Leoni, orjinal sayfaları üzerine yapıştırıp sağlamlaştırmak için oldukça kalın beyaz bir kağıt kullanmıştı. Bu kağıt, atlas formalarında kullanılan 65×94 cm boyutlarında büyük bir kağıttı. Derlemenin adı olan Codex Atlanticus buradan gelmektedir. Leonardo’nun kullandığı kağıtlar ise, daha küçüktü ve desenlerle metinler çoğu zaman bütün sayfayı dolduruyordu. Leonardo, sayfalardan kimisinin yalnız tek tarafinı kullanmıştı. Kimi zaman sayfanın arka kısmına da bazı not ve krokiler çizmişti. Leoni, bunların bir kısmının gereksiz olduğunu düşünerek, kendi kullandığı kağıda yapıştırmaktan çekinmemişti. Leoni’nin, kendi kafasına göre yaptığı bu çalışmalarından dolayı Leonardo’nun sayfa arkalarında bulunan birçok el yazısı ve çizimi, maalesef yok olmuştur. Düzensiz yapıştırmalar sonucu bazı sayfa kenarları ve desen ler görünmez hale gelmiş, yarım sayfalar ise kopmuş ve bir daha bulunamamıştır. Grottaferrata’daki uzmanlar, bu önemli belgeleri onarmak için on yıl süren titiz bir çalışma yaptılar. Bu çalışma sonucunda Codex Atlanticus bir bakıma yeniden doğdu.
 
Sonuç
Leonardo’nun defterleri onu ve düşüncelerini tanımamızı ve onun ne kadar büyük bir deha olduğunu anlamamızı sağlayan mükemmel kaynaklardır. Günümüze ulaşan yalnızca 17 adet eserinin olması üzücü bir gerçektir. Eğer bu defterler olmasaydı, belki de onu sadece yetenekli bir ressam olarak ta- nıyabilecektik. Giorgio Vasari, Lives Of The Painters (Ressamların Hayatları, 1550) isimli kitabında, bu büyük dehayı şöyle yargılamıştır: Araştırmaları ve yapıtlarının sonucunda dinden sapan öyle bir öğretiye bağlanmıştı ki, hiçbir inancı benimsememiş ve Hıristiyan olmaktan çok, filozof olmaya yönelmişti.
 
Kaynakça
Leonardo Da Vinci, D.M. Field, The Wellfleet Press, 2002, USA
SanaPn Öyküsü, E.H. Gombrich, Remzi Kitabevi, Çev: E. Erduran, Ö. Erduran, 1997 Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, YEM Yayın, Yayın Yön: Z. Rona, M. Beykan, 1997 Leonardo Da Vinci Defterler, Hil Yayın, Çev: T. Ilgaz, H. Yılmaz, 1992
Les Carets de Léonard De Vinci, Gallimard, 1942