AVANGARD VE KITSCH
Aynı medeniyet, hem T. S. Eliot’un bir şiirini hem Tin Pan Alley’in bir şarkısını veyahut Braque’ın bir resmi ile Saturday Evening Post kapağı gibi iki farklı şeyi üretir. Bunların dördü de kültürel alana aittir ve görünüşte aynı kültürün parçaları, aynı toplumun ürünleridir. Ancak aralarındaki bağlantı sanki burada nihayete ermiş gibidir. Yoksa hangi kültürel perspektif Eliot şiiri ve Eddie Guest şiirini birbirleriyle aydınlatıcı bir ilişki içinde konumlandırmamızı sağlayacak kadar geniştir? Böylesi bir farklılığın tek bir kültürel geleneğin çerçevesi içinde var olması ve kabul görmesi, bu farklılığın şeylerin doğal düzenin bir parçası olduğunu mu gösterir? Yoksa bu, tamamen yeni ve bizim çağımıza özgü bir durum mudur? Bu sorunun cevabı estetik üzerine bir araştırmadan fazlasını içerir. Bana öyle geliyor ki, genelleşmiş değil, belirli bireyler tarafından karşılanan estetik deneyim ile bu deneyimin yaşandığı toplumsal ve tarihsel bağlamlar arasındaki ilişkiyi şimdiye kadar olduğundan daha yakından ve daha özgün bir şekilde incelemek gerekmektedir. Göz önüne serilenler yukarıda sorulan soruya ek olarak başka ve belki de daha önemli sorulara cevap verecektir. I Bir toplum, gelişimi boyunca, kendine ait biçimlerin kaçınılmazlığını haklılandırma kabiliyetini kaybettikçe, sanatçı ve yazarların izleyicileriyle kurduğu iletişimin büyük bir bölümünün dayanmak zorunda olduğu kabul görmüş kavramları bertaraf eder. Artık herhangi bir şeyi varsaymak güç bir hal alır. Din, otorite, gelenek, üslup tarafından içerilen tüm gerçeklik sorgulanır ve yazar veya sanatçı üzerine çalıştığı semboller ve referanslara seyircinin vereceği tepkiyi öngöremez bir hale gelir. Geçmişte böyle bir durum atıl bir İskenderiyeciliğe, yani tartışma içermeleri sebebiyle gerçekten önemli konulara dokunulmadığı ve yaratıcı etkinliğin biçimdeki küçük detayların ustalığına indirgendiği, tüm büyük sorunların geçmiş üstatların örneklerine dayanarak karara bağlandığı bir akademizme yol açmıştır. Aynı temalar yüzlerce farklı eserde mekanik olarak çeşitlendirilirken, yeni hiçbir şey üretilmez: Statius, mandarin şiiri, Roma heykeli, güzel sanat resmi, neo-cumhuriyetçi mimari. Günümüz toplumunun çöküşünün orta yerinde, bizim –en azından bir kısmımızın– kendi kültürümüz için bu son aşamayı kabullenmek istememesi umut verici işaretlerden biri. İskenderiyeciliğin ötesine geçmeye çalışırken, Batı burjuva toplumundan bir kesim daha önce hiç duyulmamış bir şey üretti: avangard kültürü. Üstün bir tarih bilinci, daha doğrusu yeni bir tür toplumsal eleştiri biçiminin, yani tarihsel eleştirinin ortaya çıkması avangardı mümkün kılmıştır. Bu eleştiri, günümüz toplumunu zamansız ütopyalarla karşı karşıya getirmemiş, aksine tarih terimleri ve neden sonuç ilişkileriyle her toplumun kalbinde yatan yapıların kökenlerini, gerekçelerini ve işlevlerini ciddi bir şekilde incelemiştir. Böylelikle, günümüz burjuva toplumsal düzeninin, sonsuz ve “doğal” bir yaşam durumu değil, yalnızca toplumsal düzenin ardışık dizilerinin en son halkası olduğu gösterilmiştir. Bu tür yeni bakış açıları, 19.yüzyılın beşinci ve altıncı on yıllarının ileri entelektüel bilincinin bir parçası haline gelmiş, çoğunlukla bilinçsizce olsa da çok geçmeden sanatçılar ve şairler tarafından özümsenmiştir. Bu nedenledir ki, avangardın doğuşunun, kronolojik ve coğrafi olarak Avrupa’da bilimsel devrimci düşüncenin ilk cesur gelişimiyle aynı döneme denk gelmesi tesadüf değildir. Doğrudur, o dönemde avangardla özdeşleşen bohemyanın ilk yerleşimcilerinin…
Daha Fazla