Georg Manfred Buhr-Çeviri Aziz Çalışlar

Bir sanat yapıtında içerikle biçimin birliğinde dile gelen ve estetik bir işlev gören, içerikte verili tüm ideolojik (düşünsel) öğe ve yönlerin bütünü. Sanat yapıtları, kendi “düşünce kapsamları” yoluyla bir toplum şeklinin toplumsal varlığına bağlanırlar, o toplum üstyapısının ideolojik (düşünsel) bileşkenini oluşturan manevi yaşamının tüm içeriğiyle karşılıklı bir bağıntı içine girerler. Bir sanat yapıtının “düşünce kapsamı”nın özgüllüğü, genelleşmiş sanat gerçekliği bilgisi ile sanatçının düşünsel tasarımı, ideolojik konumu arasında varolan ayrılmaz birliğe dayanır. Sanat düşüncesinde imgenin hem genelleyici, hem de değerlendirici bir işlev görmesi, bir sanat yapıtının kendine özgü imgesel kuruluşunun “düşünce kapsamı”nı oluşturmasına yol açar; “düşünce kapsamı” sanatsal imgelerin anlatım gücünde var olur. Bir sanat yapıtındaki içeriğin temel düşünsel öğesi olarak “düşünce kapsamı” o yapıtın estetik kapsamının çekirdeğini oluşturur; ancak estetik kapsamın bütünlüğü içinde, onun aracılığıyla iş görür. Estetiğe dayalı kendine özgü yanı içinde, onun aracılığıyla iş görür. Estetiğe dayalı yanı içinde, sanat yapıtlarının “düşünce kapsamı” olağanüstü karmaşık ve bütünseldir. Toplumsal ideolojinin dünya görüşüne dayalı, felsefi, siyasal, çeşitli bilimsel, hukuksal, etik, yer yer de dinsel içerik ve biçimlerinden olduğu kadar, toplumsal psikolojiden de tek başına ayrılamaz; bunlara sıkıca bağlıdır. Sanat boyutunda canlandırmanın nesnesi olan gerçeklikte yer alan bir olay üstüne getirilen her estetik yargıda, birbirinden değişik dünya görüşüne bağlı, siyasal, etik, psikolojik, vb manevi yönler bir arada kaynaşarak ayrılmaz, somut bir birlik oluştururlar. Bu nedenle kendi estetik özellikleri içinde, sanat yapıtlarının “düşünce kapsamı” ne ideolojinin, ne de toplumsal bilincin sıradan, belli bir “özel” alanını oluşturur; tam tersine gerçekliği estetik olarak özümlemenin nesnesi olarak somut bir olayla ilintisi içinde, belli bir ölçüde bunların tümünü, bütünselliğini kendinde taşır.

Tüm sanat hareketlerinin toplam sanat yapıtlarının “düşünce kapsamı”nda (bütün sanatların ileriye doğru tarihsel olarak gelişim sürecinde), toplumsal varlığın değişik türden görünüşlerinin gittikçe zenginleşen çeşitliliği, bireylerin giriştikleri tüm toplumsal ilişkilerin içeriği ile biçimi, insanların doğayla olan ilişkileri kadar, “insanlarla ilintisi içinde” doğanın kendisi de yansımasını bulur. Sanatın “düşünce kapsamı”nda her şeyden önce insanların toplumsal olarak belirlenmiş tasarımları, kendi insani varoluşunun koşulları ve taşıdığı olanaklar, kendi yaşamının değeri ve anlamı dile gelir. İdeolojik bir olgu olarak sanatta “düşünce kapsamı”, toplumsal ve tarihsel olarak belirlenmiş olduğu gibi, sınıflı toplumlarda sınıflı bir özellik taşır. Tarihsel olarak toplumsal çatışmaların az ya da çok bilinçli bir anlatımı olduğu kadar, insanoğlunun toplumsal olarak daha ileriye doğru gelişmesindeki (olumlu veya olumsuz) zihinsel dinamiğin öğelerinden de biridir. “Sanatın Düşünce Kapsamı”nın insani anlamı ve derinliği, önemli sanat yapıtlarının, içinden çıktıkları tarihsel olarak sınırlı ideolojiyi aşmalarının ve tarihsel olarak daha ileri bir kültür ve ideoloji tarafından özümsenmelerinin ana temelini oluşturur. Bütün önemli sanat yapıtlarının insani “düşünce kapsamı”nda yer alan ve bu yapıtların sanat olarak biçimlendirilişinde insancıl insan görüntüsü oluşturan şey, işte bu sınıflı ve genel insani olan arasındaki diyalektik bağlardır. Sanat yapıtlarında ortaya konan geleceğe ilişkin güzellik tasarımını ve insan görüntüsünü içeren “düşünce kapsamı”, bir sanatçının estetik ideali yoluyla olduğu kadar, o sanatçının tarihte sömürü ve baskıdan uzakta, çok yönlü gelişmiş, yaratıcı insanların olduğu bir topluma doğru gelişme eğilimi düşüncesiyle uygunluk içinde oluşuyla da belirginleşir. Maddeci estetik, sanat yapıtlarındaki “düşünce kapsamı”nı yalnızca bireysel etkinliğin bir uğrağı ve ideolojik sonucu olarak görmez. Sanat tarihindeki her gelişme, “düşünce kapsamı”nda belirli bir birliğin oluşuyla kendini açığa koyar. Böyle bir şey, ne yalnızca bireysel sanat başarılarının sıradan bir toplamıdır, ne de belirli toplumsal ilişkilere dayanan toplumsal bilinç durumunun “genel” bir anlatımıdır. Bu anlamda alındığında bir antik tiyatro, Yunan şehrinin kendine özgü “örgütlenme şekli”nin bir anlatımı olarak, Bizans resmi de belirli bir toplumsal öğretinin anlatımı ve aracı olarak karşımıza çıkar. Bu tip ilişkilere dayanan gelişmeleri irdeleyemeyen kapitalizm, sanata karşı bir bakış oluşturur ve sanatta çöküş ve düşüşe yol açar.

Emperyalist toplumlar, burjuva insaniliğini aşmış olduklarını sandıkları bir çizgi izlemeyi sürdürmektedirler açıkça. İnsanilik geleneğinin bir yana bırakılarak yozlaşamaya terkedilmesi, sonunda insanilikten uzaklaşma, kaba saba olma ve anlamını yitirmiş insan varlığının estetik olarak verilmesi doğrultusunda anormal, sadist, açık saçık, saçma şeylerin ortaya konmasına yol açmaktadır. İnsanların düşüncesiz kılınması, düşüncesizce “eylem”e koşturulmaları, psikolojik savaş hazırlığının başlıca çizgilerini yansıtan bir “düşünce” olmaktadır gitgide. “Düşünce kapsamı”nın yok edilmesi, anlamsız ve saptırılmış duyguların kullanılması, insaniliğe karşı oluş, bütün bunlar, seçkinci sanat şekillerini olduğu kadar, kitle kültürü ürünlerini de gittikçe birbirine yaklaştıran bir özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Gerçek yaratıcı sanata toplumun düşünsel olarak daha ileriye doğru götürülmesindeki her türlü sorunların işlenmesi ve derininden ele alınmasında büyük görevler düşer.