
Kant’ın Yaşamı ve Yapıtları
Modern çağın en büyük filozofu Immanuel Kant (1724-1804) bir sarracın oğlu olarak Doğu Prusya’nın Königsberg kentinde doğdu. Ailesi İskoçya’dan göç etmiş göçmen bir ailedir. Çocukluğunda dindar bir kadın olan annesinin üzerinde daha fazla etkisi olmuş ve dinsel duygular içinde büyümüştür. Bu duygular 1732’den 1740’a kadar okuduğu Collegium Friedericianum’da varolan pietist ortam içinde daha da gelişmiş, buna karşın okuldaki dinsel kurallara gerektiğinde karşı durmayı bilmiştir. Okulun kendisine en büyük katkısı iyi düzeyde Latince öğrenmiş olmasıdır. Daha sonra Kant, Königsberg Üniversitesine başlamış, burada filozof Martin Knutzen’in kişiliğinde birinci sınıf bir öğretici bulması kendisi için bir şans olmuştur. Knutzen’in kütüphanesindeki kitaplardan yararlanarak mantık ve doğal bilim konusunda yetişme olanağı bulmuştur. Newton fiziğini incelemeye yönelmesi doğal bilimlere büyük ilgi gösteren hocası Knutzen’in etkisiyle olmuştur. Bu etki nedeniyle ilk yazıları doğal bilim alanına ilişkindir. 1746’da üniversiteyi bitirdikten sonra geçim zorunluluğu nedeniyle sekizon yıl kadar ailelere özel öğretmenlik yapmış, 1755’te doktora düzeyinde bir derece alarak üniversitede eğitmen olarak göreve başlamıştır. Bu görevi yaklaşık 15 yıl sürmüş, 1770’de nihayet mantık ve metafizik profesörü olarak atanmıştır. Kant bu dönemde sadece mantık, metafizik ve ahlak alanında değil, matematik, fizik, coğrafya, antropoloji, pedagoji ve mineroloji gibi alanlar üzerine de dersler verdi. Felsefesinin gelişimi bakımından bu dönem eleştiri öncesi olarak nitelenmiştir.
Bu döneme ait başlıca yapıtları: Canlı Güçlerin Doğru Değerlendirilişi Üzerine Düşünceler adlı fizik tezi ile üniversiteyi bitirmiştir. 1755’de Genel Doğa Tarihi ve Gök Teorisi adlı çalışması yayımlanmıştır. Yine aynı yıl Ateş Üzerine başlıklı çalışması ile üniversite öğretim üyeliğine kabul edilmiştir. Genel Doğa Tarihi ve Gök Teorisi başlıklı yapıtında evrenin oluşumunu tümüyle mekanik ilkeler ışığında açıklamaya çalışmıştır. Öne sürdüğü görüşler Laplace’ın bu konudaki kuramını öncelemiştir. Daha sonra bu kuram Kant-Laplace kuramı adını almıştır. Bunların yanı sıra Yer Ekseni Etrafında Dönerken Birtakımeğişikliklere Uğradı mı?, Yer İhtiyarlıyor mu?, Deprem Üzerine gibi çoğu fiziki coğrafya alanına ait yazılar bu dönemde, yani 1770 öncesi dönemde yer almaktadır.
Kant’ın Eleştirel Felsefesi ve Salt Aklın Eleştirisi
1770’de Duyu Dünyası ve Düşünce Dünyasının Form ve İlkeleri başlıklı tezi ile profesör olarak atandı. Bu tarih onun eleştirel döneme geçişinin de başlangıcı oldu. Bu yazıda duyu dünyası ile düşünce dünyası birbirinden ayırt edilmekte ve her birinin kendine özgü bilgi temelleri olduğu öne sürülmektedir. Kant burada salt (rein, purus) teriminin anlamını genişletme yoluna gitti. Bu terim bilen öznenin kendi doğasında bulunan bilgi ögelerini anlatmaktadır. Bu şekilde Kant, epistemoloji alanında özgün görüşlerini geliştirmeye başlamış, eleştirel felsefenin ilk ve güçlü sinyallerini vermiştir. Kant’ın asıl eleştirel dönemi 1781’de yayımladığı Salt Aklın Eleştirisi (Kritik der reinen Vernunft) adlı yapıtıyla başladı çünkü yapıt baştan sona geleneksel felsefe tutumlarının eleştirisi üzerinde yükselmektedir. Bu yapıtın ardından 1788’de Pratik Aklın Eleştirisi (Kritik der Praktischen Vernunft), 1790’da Yargı Gücünün Eleştirisi (Kritik der Urteildkraft) yayımlandı. Bunların dışında İlerideki Her Bir Metafiziğe Önsöylem (Prolegomena zu einer jeden künftigen Metaphysik), Ahlak Metafiziğinin Temelleri, Ahlak Metafiziği, Dünya Yurttaşlığı Bakımından Bir Ge-nel Tarih Tasarımı, Sonsuz Barış Üstüne, Aklın Sınırları İçindeki Din, Pragmatik Bakımdan Antropoloji gibi yapıtları da yayımlanmış ve her biri kendi alanında ses getirmiştir.
Kant’ın düşüncelerinin gelişimi başlıca iki döneme ayrılır. 1770’den önceki döneme eleştiri öncesi dönem, 1770’den sonraki döneme ise eleştirel dönem denir. Eleştiri sözcüğü, Kant’ın olgunluk dönemi yapıtlarının üçünün de (Salt Aklın Eleştirisi, Pratik Aklın Eleştirisi ve Yargı Yetisinin Eleştirisi) başlığında bulunduğu gibi bu yapıtlarda dile gelen felsefenin genel niteliğini de ortaya koyar. Kant olgunluk dönemi felsefesini eleştirel idealizmin bir formu olarak betimlemiştir. Söz konusu idealizm insan aklının güçlerinin bir eleştirisi temelinde yapılaşmaktadır. Kant, 1770’den önceki dönemde daha çok doğal felsefe alanında yetişmiş biri gibi düşünmekteydi. 1755’de yayımladığı önemli bir yazısının adı Genel Doğa Tarihi ve Gökyüzü Teorisi’dir. Kant, gök cisimlerinin oluşumunu, bir başka deyişle evrenin başlangıcını Newton fiziğinin genel ilkelerinden hareketle açıklamaya çalışmaktadır. Evrenin bütünündeki oluş, uyumlu sistemlerin sonsuzluk içinde çoğalması Newton’un belirlediği yasalara uygun olarak gelişir; zamanın akışı içinde sonsuzlukta yer alan tüm kozmik düzenler, evrensel mekanik nedenselliğin ürünüdür. Bu noktada Kant “Bana maddeyi verin, bundan size bir evren kurayım.” demektedir. Bunun anlamı: “bilimin yıldızlı gökyüzünde bir parçasını keşfettiği, sayılarla ve formüllerle matematik olarak programları hem izleyici kitlesi hem de izleyici kitlesinin özellikleri dikkate alınarak yapılmaktadır.
Ne var ki Kant tüm evreni yöneten mekanik nedenselliğin arkasına tanrı idesini yerleştirmekten geri durmaz, aynı ide yeri ve zamanı geldikçe Newton’da da karşımıza çıkar. Kant, tanrısal aklın her şeyi esas yapıya uygun birtakım niteliklerle donatarak ortaya koyduğunu ve fiziko-teolojinin yani doğanın kitabı-dan tanrının okunmasının en doğru yolunun bu olduğunu ifade eder. Kant bu yazısında insana henüz belirgin bir yer vermemiştir. Sonsuz nedensel olaylar içinde insana ve onun özgürlüğüne pek yer kalmamış olarak görünmektedir. Evrenin mekanik düzeni içinde insanın özgürlük ve sorumluluğunun nasıl yer bulabileceği sorusu henüz Kant’ın zihnini kurcalamamaktadır. Oysa eleştirel döneminde Kant’ın birincil kaygısı bu sorunu çözmek olacaktır. Görüldüğü gibi Kant’ın felsefedeki ilk yönelimleri filozof Knutzen’in etkisiyle genel olarak doğal felsefe alanındadır Bu noktaya gelmesinde hiç kuşkusuz Knutzen’in öğrettiği Newton felsefesinin etkisi büyüktü. Ayrıca Hume’un eserle-riyle tanıştığında görüşleri büyük ölçüde değişmiş, kendisi de bu durumu “Hume beni dogmatik uykularımdan uyandırdı.” diyerek açıkça ortaya koymuştur. Bu ne-denle Kant daha eleştiri-öncesi döneminden itibaren giderek empirizme kaymaktaydı denebilir.Hume’un Kant üzerindeki etkisi daha çok nedensellik konusundaki fikirleri üzerinden olmuştur. Nedensellik konusunu Leibniz’in yeterli neden ilkesini mantığın özdeşlik ve çelişmezlik ilkeleri ile ilişkisi içinde ele alarak tartışma yoluna git-miştir. O, Wolff ’un gerçek olanı mantıksal olana yardımcı kılma girişiminin yanlış olduğunu düşünüyordu. Daha sonra sentetik diye adlandıracağı, gerçek bağlantıları dile getiren önermelerin doğasına ilişkin henüz belli belirsiz bir fikre sahipti. Bu arada doğadaki karşıtlığın mantıktaki karşıtlıktan farklı olduğunu öne sürüyordu. Birbirine karşıt olarak eylemde bulunan iki güç, bir yüklemin aynı anda hem onaylanıp hem de yadsındığı bir önermeye pek de benzemez. Ama Kant bu dönemdeki yazılarının hiçbirinde Hume’un yaptığı gibi nedensel ilkenin uygulama alanını henüz açıkça soru konusu yapmamıştı. Kant’ın doğal felsefenin alanından sıyrılarak salt felsefe alanına geçişi 1770’de yayımlanan Duyu Dünyası ve Düşünce Dünyasının Form ve İlkeleri adlı yazısı ile gerçekleşir. 1781’e dek yeni bir yapıt vermediğine göre Kant’ın eleştirel dönemini bu tarihten başlatmak yanlış olmaz.
Kant’ın eleştiri-öncesi görüşleri büyük ölçüde doğa felsefesi alanına aittir ve bu dönemde ele aldığı metafizik kavramları da büyük ölçüde doğa felsefesi alanına aittir.
Latince kaleme alınan Duyulur ve Düşünülür Dünyaların Form ve İlkeleri Üzerine başlıklı tez Kant tarafından 1770 yılında savunuldu ve bu savunmanın ardından Kant profesör olarak atandı. Tezin ana temalarından biri olan uzay kavramının ele alınışı dinleyenlere oldukça ilginç gelmişti çünkü konuya yeni bir bakış açısı getiriyordu. Çalışma başka yenilikler de içermekteydi. Buradaki araştırma her şeyden önce bir bilgi kuramıdır; konusu da evren-kosmos kavramının zaman ve uzam kavramları açısından araştırılmasıdır. Ona göre, zaman ve uzam hem duyu dünyamızın hem de Newton’un açıkça ifade ettiği gibi, doğanın ve doğa bilimlerinin önkoşul olarak kabul ettiği temel ilkelerdir. Ancak Kant’ın burada öne sürdüğü yenilik, zaman ve uzamın varlığın ilkeleri olmayıp bizim algı yetimizin formları olmalarıdır. Duyulur dünya (mundus sensibilis) biz insanların duyu algısına verilen bir dünyadır. Kant bu yazıda duyulur dünya ile düşünülür dünya (mundus intellegibilis), duyu bilgisi ile akıl bilgisi ve yine duyu bilgisine götüren duyarlık ile akıl bilgisine götüren anlama yetiş iarasında ayrım yapmaktadır. Şu hâlde zaman ve uzam algıya dayalı bilgimizin genel formları olarak temellerini insanda, insanın bilgi yetisinde bulurlar. Kant zaman ve uzamdan “insan düşüncesinde bulunan yasalar” (leges menti insitae) olarak söz etmektedir. Bu formlar, duyu bilgimizin temelinde yer alan duyarlığımızın yapısında bulunan formlardır. Bu formların insan zihninde bulunması geometrinin oluşumunu olanaklı kılmaktadır, geometri bilgileri de en açık ve seçik bilgiler olduğuna göre, Leibniz ve Wolff ’un, duyu bilgisinin bulanık olduğu, açık-seçik bilginin ancak kavramlara dayanan bir bilgi olduğu tezi de böylece geçersiz hâle gelmiş oluyordu. Kant’a göre, Empiristlerin duyarlıkta zaman ve uzam formlarının bulunduğunu keşfedememiş olmaları da büyük bir eksiklik olmuştur. Salt kavramlar ve mantık işlemleriyle uğraşan ussalcılar ise Leibniz, Wolff örneğinde görüldüğü gibi duyu bilgisi konusunu tümüyle yanlış anlamışlardır. Kant, ortaya koyduğu bilgibilimsel sistemde ussalcılık ile deneyimcilik, bir başka deyişle, dogmatizm ile kuşkuculuk arasında bir tür arabuluculuk yapmaya ya da orta yolu bulmaya çalışmıştır. Bu tutumundan dolayı öğretisi bazen eklektisizm olarak da adlandırılmaktadır. Böyle bir arabuluculuk, tarafları eleştiri süzgecinden geçirmeden gerçekleşebilecek bir şey değildir. Bu nedenle Kant, yapıtında hem ussalcılık hem de deneyimcilik eleştirisi yapmaktadır. Kendi deyimiyle hem dogmatizm hem de Hume örneğinde deneyimciliğin ulaştığı bir nokta olarak kuşkuculuk eleştirisi yapmaktadır. Gerçekten eleştirel bakış Kant’ın sisteminin tüm doku ve hücrelerine yayılmıştır diyebiliriz.