Benedetto Croce
Çeviren: Fikret Elpe
Sanatçılar, sanat eleştirmenini genellikle gelişigüzel direktifler veren, yasaklar
koyan veya özgürlükler veren, böylece yapıtlarına keyfi hükümlerle
yaklaşan yarar ya da zarar veren acımasız bir pedagog olarak görmüşlerdir.
Bundan dolayı, içlerinden nefret duydukları halde, yine de eleştirmene, alçak
gönüllülükle yaklaşır ya da yaltaklanırlar, istediklerini elde edemeyenler
ve sahte incelikler göstermeyi onurlarına yediremeyenler ise, eleştirmenin
yararsızlığına işarette bulunarak, ona karşı isyan eder, ona lanet okur ve
onunla eğlenirler. Hatta daha da ileri giderek eleştirmenleri (kişisel bir anı),
testi, vazo atölyesine giren ve dört nallı ayaklarıyla en zarif sanat yapıtlarını
kırıp döken bir eşeğe bile benzetirler. Burada suç, gerçek eleştirinin ne olduğunu
bilmeyen ve ondan olmayacak yararlar bekleyen, veremeyeceği zarardan
korkan sanatçılarındır. Hiçbir eleştirmen, sanatçı olmayan bir kimseyi
sanatçı yapamayacağı gibi, gerçekten sanatçı olan birini de sanatçılıktan
alıkoyamaz. Onu parçalamak bir tarafa, zedelemeye de gücü yetmez. Bu,
metafizik bakımdan olanaksızdır. Böyle bir olaya tarihte hiç rastlanmadığı
gibi, bugün de rastlanamaz. Emin olunmalıdır ki, gelecekte de rastlanamayacaktır.
Fakat bazen eleştirmenler veya eleştirmen geçinenler, kendilerine
pedagog, terbiyeci, kahin, sanat önderi, kanun yapıcı ve peygamber süsü
verir; sanatçılara şunu yapmalarını, bunu yapmamalarını emrederler. Onlara
konu göstererek, bazı konuların şairane olduğunu, diğerlerininse bu
özelliğe sahip olmadıklarını iddia ederler. Çağdaş sanattan memnun değildirler.
Sanatın yalnızca, her hangi geçmiş bir çağdaki gibi olmasını isterler.
Yakın veya uzak gelecekte yapılması muhtemel olanı, manevi ortama el
atan gözleriyle de görmek iddiasında bulunurlar.
Tasso’nun, neden bir Ariost, Leopardi’nin, neden bir Metastasio, Manzoni’nin
neden bir Alfieri, Danunzio’nun bir Berchet ve Fra Jacopone olmadığını
başlarına kakarlar. Gelecekteki sanatı ahlak, felsefe, tarih, dil, metre
sistemi, renk bilimi ve mimarlığa ait kurallarla donatarak ve bunların kendi
görüşlerine göre nasıl olmaları gerektiğini söyleyerek, onların şemalarını
kurmaya kalkışırlar. Hiç şüphesiz burada suç eleştirmenlerindir. Oysa
böylesine yontulmamış bir ayıya, tıpkı, işe yarasın diye, terbiye etmek,
ehlileştirilmeye çalışılan ve hiçbir şeye yaramayacağı anlaşılınca da atılan
veya salhaneye gönderilen bir hayvana yapılan muamelenin aynısını yapmak
gerekir.
Eleştirinin onurunu korumak için, böylesine keyfi hareket eden eleştirmenin,
eleştirmenden ziyade bir sanatçı olduğunu eklememiz gerekir. Evet, gerek
ne istediğini bilmeyen, isteği karşıtlıklarla dolu, gerek kendinde o gücü
bulamadığından, ulaşamadığı bir sanat şeklini şiddetle isteyen, başarılı ola
mamış bir sanatçı. Böyleleri, ideallerinin yerine getirilmemesindeki acıyı
içlerinde saklar, bundan başka bir şey konuşmaz, her yerde bunun eksikliğinden
söz ederler. Fakat bunlar, bazen başarılı olamayanlar değil, bilakis
talihin yüzlerine gülmüş olduğu sanatçılardır. Bunlar güçlü şahsiyetlerinden
dolayı kendilerinkine benzemeyen sanat şekillerini anlayamaz ve her şeyi,
hem de hakaret ederek inkar etmeye yönelirler. Bundan dolayı, sanatçının
sanatçıya karşı kıskançlığı-odium figulinum- ortaya çıkar. Hiç şüphe yoktur
ki kıskançlık bir kusurdur, öyle bir kusurdur ki, bu yüzden sanatçılar kendi
kendilerini lekelerler. Fakat, kadınların sevimliliklerinden ötürü kusurlarına
karşı ne yapıyorsak, onların da kusurlarına göz yummamız gerekir. Diğer
sanatçıların, bu sanatçı-eleştirmenlere, soğukkanlılıkla şu cevabı vermeleri
gerekir: Siz kendi sanatınıza devam edin, güzel şeyler meydana getirin ve
bizi de rahat bırakın ki elimizden geleni yapalım. Başarılı olamamış sanatçılara
ve rastgele eleştirmenlere de şunu söylemeleri gerekir: Yapamadığınız
şeyleri, veya hiç birinizin keşfedemediği, geleceğin yapıtını bizden istemeyin.
Genellikle böyle bir cevap verilemiyor, çünkü işin içine ihtiras karışıyor,
fakat bununla beraber, verilebilecek en mantıklı cevap budur. Böyle cevap
verilseydi, mesele ortadan kaldırılırdı.
Bu çekişmenin hiçbir zaman sonu gelmeyeceğini göz önünde bulundurmalıyız.
Gerek kararlarında titiz, gerek başarılı olamamış sanatçılar oldukça,
bu kavga sonsuza dek devam edecektir. Eleştirmenin, terbiyeci, diktatör,
amir ve hakim anlamlarına gelen diğer boyutları da vardır. Bu boyutlara
göre, eleştirinin görevi, sanatın yaşamını ileriye götürmek değil (o zaten
tarih tarafından, yani tarihin gidişatındaki genel düşünce hareketi tarafından
ileri götürülmüş, sevk ve idare edilmiştir), fakat sanatın içinde bulunan
güzeli, çirkinden ayırmaktır. Sert ve titiz kararlarla, güzeli kabuletmek ve
çirkini atmaktır. Çirkin, sanatçının gerçek sanat ihtirasına karşı koyan, insani
ihtiraslardır. Onun zayıf noktaları, batıl düşünceleri, üşenmeleri, oluruna
bırakmaları, baştan savmaları, başkalarına ve sanat ticareti yapmak
isteyenlere uymak istemeleridir. Bütün bunlar, psikolojik durumu dışarıya
yansıtan, ifadenin oluşmasına ve normal doğuşuna engel olan, ressamda,
sağlam bir resme ve uyumlu renklere zarar veren şeylerdir.
Eğer sanatçı, bunlardan kurtulamazsa yapıta sıradan ve uyumsuz elemanlar
girer. Nasıl sanatçı yaratırken, kendi kendini deneyen ve her şeyin (diğerlerinin
farkına vardığı şeylerin) farkına varan ve bizzat kendi kendinin
amansız hakimi ise, böylece, diğerleri de yaptıkları incelemelerle kolayca
ve doğal olarak, sanatçının nerede sanatçı ve nerede bir insan, zayıf bir insan
olduğunu kendi gözleriyle görürler. Lirik heyecanın, yaratıcı aklın hangi
yapıtta, veya yapıtın hangi kısmında, tam bir hakimiyetle bulunduğunu ve
nerede zayıfladığını, sözde sanat olan ve sahteliği bakımından çirkinliğe düşen
başka şeylere yer verip vermediğini anlamakta ise gecikmezler.
Nasihat, bizzat dehadan ve zevk sahibi-izleyenden gelirse, eleştirmenin nasihatı,
kararları ve ifadesi ne işe yarar? Deha, zevk sahibi-izleyen dediğimiz
halktır ve bu yüzyıllardan beri oluşuveren bir dayanışmadır. Eleştirmenin
kararları her zaman çok geç kalır. O, çoktan genelin takdirini kazanmış, her55
kes tarafından çok beğenilmiş şeyleri takdir eder (gerçek takdirle, alkışlamayı,
kalabalığın kuru gürültüsünü ve devamlı bir şöhretle geçici başarıyı
birbirine karıştırmamalı) ve çoktan beri mahkum edilen, can sıkan, unutulan
veya inatçı bir kibrin ürünü olan kelimelerle isteksizce övülen çirkinlikleri
ancak mahkum eder.
Görüyoruz ki hakim, amir olarak kabul edilen eleştirmen ölüyü öldürüyor.
Aslında canlı olanın da yüzüne üfleyerek, sanki nefesi can veren Tanrının
nefesiymiş gibi diriltmek istiyor. Bunun ne kadar yararsız bir iş olduğu ortadadır.
Çünkü meydana getirmek istediği şey çoktan olup bitmiştir.
Sorarım hangi eleştirmen, Dante’nin ve yahut Shakespeare’in,
Michelangelo’nun büyüklüğünü meydana çıkardım diyebilir? Onlar insanlar
tarafından övülerek göklere çıkarılınca, yazarlar ve eleştirmenlik mesleği
yapanlar da, doğal olarak, bu dehalardan takdirle bahsettiler. Fakat onların
övgüleri, cahil halkın takdirinden daha kıymetli değildir. Herkes, eşit
olarak, hakim-eleştirmenin uğursuz yüzünü görüp, canı sıkılarak susmadığı
takdirde, genele hitap eden güzelliğe içini açmaya, samimiyet göstermeye
hazırdır.
Böylece eleştirinin üçüncü bir açıklaması daha ortaya çıkıyor. Bu açıklamaya
göre eleştiri, tabloyu tozdan kurtarmak, onu uygun bir ışığa yerleştirmek,
yapıldığı zaman ve tasvir ettiği şeyler hakkında bilgi vermekle sanat yapıtı
önünde küçülen, görevler üzerine alan ve yalnız onlara ait olan açıklamalardan
ibarettir. Şu veya bu şekilde görevini yerine getirmiş olsun, doğrudan
doğruya benliklerinin derinliğinden gelen zevke göre algılayacak olan
izleyiciye sanatı duyurmasını, onların kalplerine etki ettirmesini, eleştirmen
her zaman istemelidir. Bu suretle eleştirmen, açıklamalı bir Cicerone’ye
veya sabırlı, alçak gönüllü ve ölçülü bir okul hocasına benzeyecektir. Ünlü
bir eleştirmen şöyle demiştir: eleştiri, okuma ve öğretme sanatıdır. Bu tarif,
yankı bulmuştur. Müze veya bir sergide rehberlik edenin üzerinde kimse
tartışamaz. Birçok sırlara sahip olan, birçok tamamlanmamış şeyleri tamamlayabilen,
birçok karanlık yerleri aydınlatan rehberlere, kılavuz ustalara
kimse bir şey söyleyemez.
Yalnız uzak zamanlara ait olan sanatın değil, konu ve şekil itibariyle anlaşılır
zannedildiği halde, her zaman layıkıyla anlaşılamayan, yayılması zor, gelişmiş,
çağdaş diyebileceğimiz en yakın zaman sanatının da böyle bir desteğe
ihtiyacı vardır. Bazen dün bile meydana gelmiş olsa bile, her hangi bir sanat
yapıtının güzelliğini insanlara duyurmak için bazı zahmetlere katlanmak
gerekir.
Batıl düşünceler, inanışlar, unutkanlıklar yapıtın etrafına duvar örerler. İşte
onu yıkmak ve yapıtı meydana çıkarmak için aracının, açıklayıcının tecrübesi
gerekir. Şüphesiz bu anlamdaki eleştiri yararlıdır. Fakat buna neden
eleştiri ismi verildiği pek anlaşılamıyor. Bu şekil çalışmaların, açıklamaların
kendilerine özgü isimleri olduğunu biliyoruz. Öyleyse eleştiri, karanlık bir
anlama ulaşmıyor mu?
56
Hayır. Eleştiri başka bir şeydir ve başka bir şey olmak ister o, sanata tabi
olmak, güzelliğin güzelliğini ve çirkinin çirkinliğini bir kere daha keşfetmek,
sanatın önünde dize gelmek istemez. Bilakis sanatın önünde doğrulmak ve
bir bakıma onun değerine ulaşmak ister. O halde haklı ve gerçek eleştiri
nedir? Her şeyden önce, şimdiye kadar yaptığımız, aynı zamanda bu üç
açıklamadan meydana gelen eleştiridir, yani bu üç açıklamada da eleştirinin
en gerekli şartları ortaya konmuştur; onlarsız meydana gelmesinin
olanağı yoktur. Eleştiride sanat unsuru olmasaydı (yaratma anına katılan,
ona yardım eden veya onu ortadan kaldıran, veya diğer şekillerin lehine
olarak, bazı şekilleri reddeden, yaratıcı eleştiri, bir bakıma sanata karşı sanattır),
çalışmak için konu bulamazdı. Eleştiride izleyici-zevk sahibi olmasaydı
(ölçen biçen eleştirmen) sanatçının sanat tecrübesi eksik kalırdı, yani
iç duygusuyla görülen ve zevkine varılan asıl sanata karşı sanatsızlık meydana
çıkardı. Nihayet açıklamalar, yaratıcı aklın karşısındaki engelleri ortadan
kaldırmasaydı, iyi bir anlayış oluşmazdı, çünkü açıklamalar, bize hayal ateşinde
yanması gereken odunu, yani tarihi bilgiyi verirler.
Daha da ileri gitmeden, felsefe kitaplarında olduğu gibi, sıradan düşüncede
de belirmekte olan ve sık sık belirme başarısını gösteren ağır bir şüpheyi
ortadan kaldırmamız gerekir. Eğer bu şüpheyi yok etmezsek, gerek burada
söz ettiğimiz eleştirinin, gerek yaratıcı aklın ve izleyici-zevk sahibinin varlığının
sarsılmış olacağı kesindir.
Acaba yabancı bir sanat yapıtını veya geçmiş zamanda oluşturduğumuz
bizzat kendi yapıtımızı hazırlayan malzemeyi (yapıtımızı yaratırken nasıl olduğumuzu
hatırlamak için zihnimizi yorarak), açıklamaların üstlendiği gibi,
toplanmak suretiyle, sanat yapıtının gerçek görünüşünü hayalde tekrar yaratabilir
miyiz? Yapıtı hazırlayan malzemenin toplanması tam olabilir mi?
Yeniden belirtme (Reproduction) başarısında, hayal, bu malzemeye kendini
tamamıyla teslim edebilir mi? Yoksa malzemeye yeni unsurlar karıştırarak
yeni yeni hayaller mi meydana getirir? Her sağlıklı felsefe, sonsuzlukta ifade
edilenin genel olduğunu söylerse, kişiliğin Individuum Inefabilenin ifadesi
acaba düşünülebilir mi? Kısaca, yabancı veya kendi yapıtımızı tekrar
yaratmak, olanaksızlıktan başka bir şey değil midir? Alışılmış konuşmalarımızda
tartışma konusu oluşturan, aynı zamanda sanat üzerine tartışmaların
ilk şartı olan reprodüksiyon, tesadüfen tarihe söylendiği gibi, une fable
connue değil midir?
Olaya biraz dışarıdan göz atacak olursak, sanatın anlaşılması ve kavranması
mümkün olduğu düşüncesinin, hiç de yanlış olmadığı olasılığı ortaya
çıkar. Ve biraz da inceleyecek olursak, bizzat teori olarak yürütenlerin
ve reprodüksiyonun mümkün olamadığını söyleyenlerin veya kendi
deyişleriyle, zevkin mutlaklığını kabul etmeyenlerin, kendi zevklerine
gelince, fevkalade titiz ve inatçı davrandıklarına tanık oluruz.
Şaraptan hoşlanmak ve hoşlanmamak açıklamaları yapıya göre değiştiği
için, bir resim güzeldir, diğeri çirkindir açıklamalarından tamamen ayrıdır.
Fakat Kant’ın klasik çözümlemelerinden birinde gösterdiği gibi, bu ikinci
57
tür açıklamalar, herkes için geçerli olmak iddiasındadır. Bu nedenden ötürü
ciddi tartışmalara neden olurlar. Derebeylik zamanında, bazıları Tasso’nun
Jerusaleminin güzelliğini elde kılıçla savunurken, bildiğimize göre hiç kimseşarabın
hoş ve nahoş kalitesi için yaşamını tehlikeye sokmamıştır. En çirkin
sanat yapıtlarının birçokları veya bazıları için, onları meydana getirenlere,
hoşa gidip gitmeme doğrultusunda itiraz etmek, doğru değildir. Onların
da hoşa gittiklerinden, hiçbir zaman şüphe etmemek gerekir (ruhta uyum
ve uyumla bir giden haz uyanmasından hiçbir şey oluşmaz). Evet, fakat bu
haz estetik bir haz mıdır, yoksa zevk ve güzellik hükümlerine mi dayanır?
Eğer dış şüpheyi bir tarafa bırakarak, meseleyi içerden inceleyecek olursak,
estetik bir yapıtın anlaşılabilmesine karşı yapılan itirazın, bir gerçek üzerine
kurulmuş olduğunu kabul etmek gerekir. Atomlar yığını olarak, ya da
hiçbir bağın olmadığı, yalnız dış bir uyumla dengede tutulan ve ayrılmış
öz olarak açıklanan gerçek. Fakat gerçek bu değildir: Gerçek, manevi birliktir.
Manevi birlikteyse, hiçbir şey kaybolmaz. Orada her şey sonsuz bir
mülktür. Yalnız sanatı tekrardan belirtmek değil, genellikle her hangi bir
olayı hatırlatmak (ki her zaman için önceki algılamaların ürünüdür), gerçeğin
birliği olmadan mümkün değildir. Bizim, Sezar veya Pompeius olmadığımıza
göre, onları Sezar ve Pompeius diye sınırlamış olan ve bugün bizi
de biz olarak sınırlayan ve onları bizde yaşatan evren olmasaydı, biz Sezar
ve Pompeius hakkında hiçbir düşünce edinemezdik. Bireyselliğin ifadesi,
müsait olmadığını ve yalnız halkın ifadesinin olanaklı olduğunu öne süren,
şüphesiz sağlıklı bir felsefenin davası olmalı. Fakat, kişiyi toplumdan ayıran,
kişilikli toplumun kimi yansıması olarak kabul eden sağlıklı skolastik felsefe,
gerçek toplumun kişilere ayrılan toplum olduğunu ve tek effabileninde bu
ineffabile hayali değil, maddi ve şahsi bir varlık olduğunu bilmiyor. Nihayet
bütün sanat yapıtlarını veya bir tek sanat yapıtını tam bir isabetle tekrardan
belirtmek için, her zaman malzemenin el altında bulunmasından bir şey
oluşmaz. Tam ve isabetli reprodüksiyon, her yapıt gibi, sonsuz meydana
gelen bir idealdir. İşte bunun içindir ki o, her zaman gerçek yapısının izin
verdiği şekilde oluşabilir.
Bir resimde tam anlamını kavrayamadığımız bir ayrıntı bulunabilir. Şimdilik
bizi tatmin etmeyen, bizim için flu olan o ayrıntıyı incelemek ve müsait
şartlar ve sempatik elektrikler oluşturmakla, onu gelecekte tekrar daha belirgin
bir şekilde ortaya koyamayacağımızı kimse söyleyemez.
Zevk sahibi-izleyiciler, tartışmalarında kendini tamamıyla haklı hissetmektedir.
Diğer taraftan geçmişin yeniden canlanmasında, korunmasında ve
yayılmasında, tarihi inceleme ve açıklama,bitmeyen bir çabayla çalışmaktadır.
Zevk sahibi-izleyiciden ve tarihten şüphe eden rölativistler, zaman
zaman ümitsiz seslerini varsın yükseltsinler, böylece hüküm yürütmekten
hiç kimseyi, hatta söylemiş olduğumuz gibi kendilerini bile vazgeçiremezler.
Bu uzun, fakat ifadesi zor parantezden sonra, tekrar tartışmamıza devam
edelim. Sanat, tarihi açıklama ve zevk sahibi-izleyici, eleştiriye öncelik
verse bile, daha henüz eleştirmenin kendisi değildir. Gerçekte eldeki bu
şartlarla yapıtın reprodüksiyonundan ve zevkinden başka bir şey elde edi58
lemez. Bu da, geri giderek, sadece kendini, yaratan sanatçının yerine koymaktan
ve yarattığı anı yaşamaktan ibarettir. Bazılarının iddia ettikleri gibi,
eleştirmeni, sanatçının yapıtını, yeni şekilde yeniden canlandırma, böylece
aynı çapta yeni bir yapıt meydana getiren artifex additus artifici gibi, tarif
etmek doğru değildir. Zira yeni bir kimlikle, tekrardan meydana getirme,
bir çeviri veya bir varyasyon, birincisinden her surette önemli, ikinci bir sanat
yapıtı olarak kalır. Birincisinin aynısı olsa bile, bu adi bir reprodüksiyon
aynı renklerle, aynı seslerle maddi bir reprodüksiyon, yani gereksiz bir şey
olur. Eleştirmen, bir artifex additus artifici olmayıp, bir philosophus additus
artificidir. Eleştirmen, şekli korur ve aynı zamanda onun değerine yükselirse,
yapıtı ancak o zaman gerçek olmuş olur. Onun yapıtı, gördüğümüz gibi
fantaziye karşı galip gelir. Onu yeni ışıkla aydınlatan entüisyonu algılamaya
iten, gerçeği tasvir eden ve böylece gerçeği gerçek olmayan şeylerden ayıran
düşünce alanına aittir. Her zaman tam bir eleştiri, yani hüküm olan bu
algıdan, bu seçimden, sanat eleştirisi meydana gelmektedir. Bilhassa bundan
bahsettiğimizi söyledikten sonra, şu soruyu sorabiliriz: Sorun olarak
öne sürülen olay bir entiüsyon mudur, böyle olmakla gerçek midir ve ne
dereceye kadar? Veya gerçek değil midir ve ne dereceye kadar? Sanatta
gerçek olan ve olmayan şeye güzellik ve çirkinlik, mantıkta gerçeklik ve
hata, iktisatta yarar ve zarar, ahlakta iyi ve kötü derler.
Böylece eleştirmenin işinin sanatçınınkinden ve zevk sahibi-izleyiciden
açıklama biliminden ayırabilmek için, onu kısaca şu satırlar altında toplayabiliriz:
A bir sanat yapıtıdır ve bunun tersi A bir sanat yapıtı değildir.
Bu önemsiz bir şey gibi gözüküyor, fakat sanatı entuition olarak tarif etmek
de önemsiz bir şey etkisini uyandırmıyor muydu? Bu tarihten, ne
kadar çok pozitif, ne kadar çok iyi sonuçlar çıktığını gördük. A bir sanat
yapıtıdır, yalnız sanat eleştirisi bakımından bu hüküm her hüküm gibi, bir
yapanı ifade eder. Tarihi açıklama ve zevk farklarına bağlı, akıl yaratmalarının
çabası gerekir. Bunun ne kadar zor ve karışık bir şey olduğunu gördük.
Ve birçokları hayal azlığından veya bilgi eksikliğinden ve yüzeyselliğinden
hataya düşmektedir. Bundan başka yine bu cümle (A bir sanat yapıtıdır)
her hüküm gibi bir özellik, bir kategoridir. Burada sanat hükmü mevcut olduğu
için sanat kavramı haline gelen bir sanat kategorisi meydana gelmiştir.
Burada da sanat kavramı etrafında ne kadar zorluklara ve tuzaklara rast
geldiğimi ve istenmeyen hücumlarla karşı karşıya, etrafı tuzaklarla çevrili
ve bu istenmeyen hücumlara ve tuzaklara karşı korunması gereken, hiç de
sağlam olmayan bir yapı olduğunu gördük. Bunun için sanat eleştirisi, sanat
felsefesinin büyümesi, solması ve tekrardan çiçek açmasıyla beraber gelişir,
büyür ve tekrardan çiçeklenir. Eleştirinin ortaçağda ne olduğu ile (hemen
hemen hiçbir şey değildi denebilir) 19. yüzyılın ilk yarısında Herder, Hegel
ve romantiklerle, İtalya’da De Sanctis ile ne olduğu ve daha dar bir alanda
De Sanctis’de ne olduğu ile, ondan sonra gelen sanat kavramının bulandığı
fizik, psikoloji ve patoloji ile karıştığı doğacı devirde ne olduğunu herkes
karşılaştırabilir. Bu hüküm tartışmalarının yarısı veya yarısından azı, sanatçının
yapıtının pek az aydınlatılmış olmasından, sempati ve zevk eksikliğin59
den kaynaklanmaktadır. Diğer yarısı veya yarısından fazlası da, sanat üzerinde
düşüncelerin yeterli derecede aydınlatılamamasından ileri geliyor.
Bundan dolayı, bir sanat yapıtının değeri üzerinde esaslı bir şekilde mutabık
kaldıkları halde, birinin yerden yere vurduğunu diğeri öven iki kişiye sık
sık rastlanır. Çünkü her ikisi de sanatı başka başka tarif etmektedir.
Eleştirinin, sanat kavramına bağlı olmasından bir çok yanlış sanat felsefeleri
meydana gelmiştir. Bunları ayırt etmemiz gerekir. Öyle eleştiriler vardır
ki, sanatı yeniden canlandırma ve karakterize edecekleri yerde, onu parçalar
ve sınıflara ayırırlar. Ahlakçı olan bir diğer eleştiri de, sanat yapıtlarını
sanatçıların kendilerine tayin ettiği veya tayin etmesi gereken bir hedefe
doğru yapılan hareketler olarak görür. Hedonistik olan bir eleştiri, sanatı,
zevk ve eğlenceye erişip erişmemekle yargılar. Entelektüel olanlar, sanatın
çoğalmasını, felsefenin çoğalmasıyla ölçer. Örneğin Dante’de ihtirası
değil, felsefeyi araştırırlar. Aryosto’ya, soluk derler. Çünkü orada soluk bir
felsefe bulurlar. Daha ciddi bir felsefesi olduğu için, Tasso’yu daha ciddi
gösterirler. Leonardi’nin kötümserliğinin karşıtlıklarla dolu olduğunu söylerler.
Bir takımı içeriğinden, şekli ayırır ve psikoloji ismi altında genellikle
sanat yapıtı yerine, sanatçının sosyal özellikleri göz önüne alınır. Bir başkası,
içeriği metinden ayırır ve olağan olay ve sempatiler bakımından eski
çağ ve orta çağları hatırlattığı için, soyut şekilleri benimser. Başka biri de
edebiyat süsü bulduğu yerde, güzellik bulur. Nihayet bir diğeri kanunlar,
sanatlar tespit ederek, sanat yapıtını yukarıda dile gelen ölçülere yaklaşıp
uzaklaşmasıyla kabul veya reddeder. Hepsini saymadım, zaten saymak da
istemiyorum. Estetiğin eleştirisini ve diyalektiğini yapmış olduğumuz için,
bu bir tekrardan ibaret kalır. Eleştirinin eleştirisinden de, hiç bahsetmek
istemiyorum. Eleştiri tarihini incelemek ve vermiş olduğumuz tarihi isimleri
tasnif etmek daha yararlı olurdu. Her şeyi eski modellere göre ölçen eleştiri,
özellikle İtalya’da ve Fransız klasisizminde kendini göstermiştir. 19. yüzyıl
Alman felsefesinin kavramcı eleştirisini, dini reform, ya da İtalya’da milli
kalkınma zamanının ahlakçıolanını, Fransa’da Saint-Beuve’le ve diğer birçoklarıyla
psikolojik bir şekil alan eleştiriyi saymak olasıdır. Özellikle yüksek
sosyete, gazete ve salon eleştirisini, yani hükümlerinde hedonistik bir şekil
alan eleştiriyi, tekniğin, konunun, sanat çeşitlerinin ve onların temsilcilerinin,
sözde kaynakları araştırıldıktan sonra, eleştirinin görevi en titiz şekilde
yapıldığı zannedilen tasnifçi okul eleştirisini de göstermek gerekir. Pek kısa
olarak tarif edilen şekiller, hatalı olmakla beraber, hiç olmazsa eleştirinin
gerçek şekilleridir. Fakat, hak ettikleri için sözde-estetik, sözde-tarihi eleştiri
isimlerini vermek cesaretinde bulunduğum biri estetik, diğeri tarihi
eleştiri altında birbirleriyle karşılıklı mücadele eden bu iki eleştiri hakkında
aynı şeyleri söyleyemeyiz. Bunlar birbirlerinin tamamen karşıtı olmalarına
rağmen, ikisi de genellikle felsefeye ve sanat olgusuna karşı nefret duyarlar.
Başka kelimelerle, birinde zevk sahibi, sanat zevkine, diğerinde reprodüksiyon
amacıyla, malzemenin sadece açıklama bakımından incelenmesine
ve hazırlanmasına inanırlar ve eleştiriyi eleştirinin altına indirirler. Düşünce
ve sanat özelliği olan estetikle, özelliksiz zevkin ne ilgisi olduğunu söylemek
60
zordur. Sanat özelliğine sahip olmayan ve sanatın ne olduğunu bilmediği
için, tarih olarak organize edilemeyen, iletişimsiz sanat bilimi taslağı ile
tarihin ne ilgisi olduğunu söylemek daha zordur (çünkü tarih, tarihinden
söz edilen şeyin iyice bilinmesini ister). Ayrıca bu iki kelimenin, garip ve değişen
şansından da konuşulabilirdi. Zaten her iki olgunun da dostları, hem
bu isimler için, hem de gerçek eleştiriye maruz kalmamaları için, bizzat
kendileri tarafından çizilmiş sınırlardan dışarı çıkmasalar ve eleştirirse eleştirsin
diyerek, birisi sanat yapıtından sadece zevk alsa, diğeri de gerekçe
için malzeme toplasa ve bizzat kritik olan sorunlara dokunmadan, eleştiriyi
çekiştirmekle yetinebilselerdi, hiç zararları dokunmazdı. Fakat böyle ölçülü
hareket etmek isterlerse, ağızlarını açmamaları şarttır. Yalnız sanatla kendinden
geçerek, sessizce memnuniyetlerini belirtsinler ve hem cinsleriyle
karşılaştıkları zaman, hayvanların yaptığı gibi (kim bilir doğru mu?) bilinçsiz
kederli bir durumla ve hayranlık ifade eden bir tavırla kollarını açarak ve
duyulan zevkten dolayı teşekkür makamında ellerini birleştirerek, her şeyi
ifade etmiş olabilirler. Diğer taraftan tarihçi geçinenler hiç şüphesiz konuşabilirler,
yazmalardan, düzeltmelerden, zaman ve mekan tarihlerinden,
siyasi olaylardan, biyografilerden, kaynaklardan, dilden, sentakstan konuşabilirler,
sanattan hiç söz etmemek şartıyla. Gerçi sanata hizmet ettikleri
doğrudur, fakat, elbisesini süpüren ve yemeği hazırlayan bir uşak, hanımının
yüzüne nasıl gözlerini kaldıramazsa, onlar da sadece alim olarak, sanatın
yüzüne bakamazlar. Fakat delicesine bir taraftarlıkla kendi düşüncelerine
saplanmış olan bu insanlardan bu kadar yetinme, bu kadar fedakarlık ve
kahramanlık beklemek! Şu veya bu nedenden dolayı, bütün yaşamı boyunca
sanatla ilişkiyi iş edinmiş birisinden sanattan söz etmemesini istemek!
Söz hakları olmayan bu estetikçi geçinenler, sanattan söz ediyorlar, sanata
dair yargı ve düşüncelerde bulunuyorlar, verimsiz tarihçiler de aynı şeyi yapıyorlar.
Bu konuşmalarında hor gördükleri ve nefret ettikleri, felsefe ve
sanat olgusunun rehberliğinden kaçınıyorlar (böyle bir rehbere ihtiyaçları
olduğu halde). Ussallık onlara, tesadüfen ve haberleri olmadan doğru yolu
göstermemişse, söz ettiğimiz ahlakçı, hedonistik, entelektüalist, şekilci,
nükteci, şiirsel, psikolojik, akademik gibi, bir çok asılsız düşünceler arasında
kah birine, kah diğerine saplanarak veya hepsini birbirine ya da birini diğerine
karıştırarak şaşırıp kalıyorlar. Filozofun, çok dikkate değer bir manzara
ile karşılaşacağı şüphesizdir. Nitekim birbirlerinin amansız rakibi ve tamamıyla
birbirlerine karşıt çıkış noktalarına sahip olan estetikçi ve tarihçilerin,
sanat üzerine olan söylemlerinde tamamıyla anlaştıklarına ve aynı tatsızlıkla
konuştuklarına tanık oluyor. Duygulu sanat amatörlerinin yazılarında
en eski entelektüalist ve ahlakçı düşüncelere rastlamak kadar tuhaf bir şey
yoktur. Bunlar, o kadar hislidirler ki düşünceden nefret ederler. Sonra aşırı
pozitivist tarihçilerin de düşüncelerine rastlanır, bunlar tesadüfen ismi sanat
olan, araştırmalarının konusunu anlamak için çok pozitiftirler, çalışmalarıyla
pozitifliği lekelemekten korkarlar.
Gerçek sanat eleştirisi, şüphesiz estetik eleştiridir. Fakat sözde estetikçiler
gibi, felsefeyi aşağı gördüğünden değil, bilakis felsefe ve sanat olgusu olarak
etkilediği için. Yine gerçek eleştiri, tarihi eleştiridir. Fakat sözde tarihçi61
ler gibi sanatın yüzeyine bağlı kaldığından değil, bilakis reprodüksiyonlar
için tarihi sayıları kullandığı (buraya kadar daha henüz tarih değildir) ve
bunların reprodüksiyona girmesini sağladığı ve hayallerinde yaşatmış
oldukları olayların ne olduklarını gösterdiği, yani olayları özelliklerle karakterize
ve bu geçmiş olayların ne çeşit olaylar olduğunu tespit ettiği için. İşte
ancak, o zaman bu eleştiriye Tarihi ismini verebiliriz. Eleştirinin aşağısında,
karşıt halde bulunan bu iki eğilim, eleştirinin içinde bir araya geliyor. Tarihi
sanat eleştirisi ile estetik eleştiri birbirlerinin aynısıdır. Bu kelimelerin birini
veya diğerini kullanmak, o kadar önemli değildir. Birinin veya diğerinin
tercihen kullanılması zamana uymak içindir. Örneğin birincisi, sanatın anlaşılmasının
önemini hatırlatmak, ikincisi de düşüncenin tarihi bakımdan,
nesnelliğine işaret etmek istenildiği zaman kullanılır. Böylece bazı yöntembilimcilerin
öne sürdükleri sorun da halledilmiş oluyor. Tarihin sanat eleştirisine
bir araç mı yoksa bir amaç mı olduğu meselesi. Araç olarak kullanılan
tarih, araç olduğu için tarih değildir, ancak açıklama için malzeme olabilir.
Amaç anlamına gelen diğeri de, hiç şüphesiz tarihtir. Fakat eleştiriye olağan
bir eleman olarak girmez. Bilakis, amaç kelimesinin ifade ettiği gibi, teşkil
edici bir bütün olarak girer.
Fakat sanat eleştirisi, tarihi eleştiri olunca, güzeli çirkinden ayırma meselesi
yarattığı sürece sanatçının, gördüğü sürece de zevk sahibi-izleyicinin
yaptığı gibi, sadece kabul veya reddetmeye bağlı kalmaz, onun açıklama
dediğimiz şeye kadar yükselmesi gerekmektedir.
Tarih dünyasında (zaten dünya bundan başka bir şey değildir) anlamsız
ve olumsuz olaylar olmadığı göz önünde tutulursa, izleyiciye uymadığı ve
sanat olmadığı için çirkin ve iğrenç olaylar, tarihi gözlem alanında ne iğrenç,
ne de çirkindirler. Zira tarih, sanat olmayan şeyin, başka bir şey olduğunu
bilir. Çirkinin var olduğu kadar, yaşamak hakkı da vardır. Tasso’nun
Jerusalem için bulduğu, erdem ve katolik eğilimlerle dolu alegori, yahut
Niccolini’nin ve Guerrazzi’nin vatan sever yapısı, Petrarca’nın mısralarına
getirdiği oynak nükteler, sanat değildir. Fakat Tasso’nun alegorisi, Latin ülkelerinde
katoliklerin, protestanlığa karşı yaptıkları reforma ait bir durumdur.
Niccolini’nin ve Guerrazi’nin yapısı, İtalyanların hislerini yabancıya ve
papazlara karşı tahrik etmek yolundaki girişimlerdir.
Petrarca’nın oynak nükteleri, yeni İtalyan kültürü tarafından benimsenen
ve zenginleştirilen geleneksel zarafeti beslemek ve onu korumak yolundaki
bir girişimdir. Hep bunlar tarihi bakımdan çok anlamlı ve dikkate değer
pratik olaylardır. Çirkinin pozitif tarafını öne çıkarmak ve anlatmak, hiç olmazsa
onu ihraç etmemek şartıyla, sözsel gelenekleri değiştirmemek için
pekala tarih alanında güzel ve çirkinden söz edilebilir. Çirkini köküne kadar
anlamak ve tarihi zincir içinde göstermek ile sanata özgü dünyadan en radikal
şekilde ayırmış oluruz. Bu nedenle, aynı zamanda bütün yaşamı karakterize
etmeden ve onun hakkında kararlar vermeden bir sanat yapıtı
üzerinde yorumlar yapamayacağı ve onu nitelendiremeyeceği için, sanat
eleştirisi, eğer gerçekten estetik veya tarihi eleştiriyse aynı zamanda Yaşam
Eleştirisine kadar genişlemesi gerekir. Bu durum, gerçekten büyük yazarla62
rın yapıtında, özellikle göze çarpmaktadır. De Sanctis, Storia della litteratura
italiana ve Saggi Critici isimli yapıtlarında derin bir sanat yazarı olduğu
kadar, derin bir felsefe, ahlak ve siyaset yazarıdır da. O, tamamen yaşam
eleştirisinde derin olduğu için, sanat eleştirisinde de derindir. Veya sanat
eleştirisinde derin olduğu için, tamamıyla yaşam eleştirisinde de derindir.
De Sanctis’in, saf estetik sanat eleştirisinin gücü, onun saf ahlaki ahlak eleştirisine
dayanır. Zira eleştirinin hüküm kategorileri olarak kullandığı düşünce
şekillerini, ancak düşünce bakımından bütünün içerisinden ayırmamız
gerekir. Hiçbir zaman onları, maddi bakımdan ne birbirlerinden, ne de bütünden
ayırmak doğru değildir. Eğer ayıracak olursak, hepsi uçar gider, elde
bir şey kalmaz. Sanat eleştirisinin diğer eleştirilerden ayrılmasından, ancak
ampirik bir şekilde söz edilebileceği anlaşılıyor; yalnız konuşanın ve yazanın
dikkati, bu bölünmez konunun kah bir tarafına, kah diğer tarafına daha
fazla çevrildiğine işaret etmek için. Ve yine sanat eleştirisi ile sanat tarihini
birbirlerinden ayırmak ampiriktir. Bundan şimdiye kadar yazımızın daha iyi
anlaşılması için söz etmedik. Gelişmiş edebiyat ve sanat incelemelerinde,
polemik unsuru hakim olduğu için, buna çoğunlukla eleştiri ismi verilir.
Geçmiş zamanlar edebiyatında ve sanatında ise, daha ziyade nakledici bir
lisan kullanıldığı için, tarih ismini alır. Böyle bir ayırma bu bakımdan gereklidir.
Gerçek ve mükemmel eleştiri, geçmişlerin tarihi hikayesinden başka bir
şey değildir. Tarih, insanlığın olaylarına uygulanacak tek eleştiridir. Bunlar
hiçbir zaman olay olmaktan çıkmazlar, çünkü düşünce, bunlara ancak anlamak
ile hakim olabilir. sanat eleştirisi, bize nasıl diğer eleştirilerden ayrılmaz
görünüyorsa, öylece sanat tarihi, ancak, konunun edebi bir şekilde
işlenmesini sağlamak için, insan kültürünün kül olan tarihinden ayrılabilir.
Ve bu külün içerisinde, sanat eleştirisi, hiç şüphesiz kendi kanunun uygular,
yani sanat kanunu ve tarihi hareketi de o bütünden alır. Fakat bu tarihi hareket,
bu bütünün hareketinden başka bir şey olmadığı gibi, hiçbir zaman
diğer şekillerden sökülüp alınan şeklin de hareketi değildir.